Davut Nuriler Web Sitesi

21 Haziran Seçimleri Sancak’ı Nasıl Etkiler ?

21 HAZİRAN SEÇİMLERİ SANCAK’I NASIL ETKİLER ?


Korona salgını tüm dünyayı olduğu gibi balkanları da derinden etkiledi. Sırbistan’da yıl başında, 24 Nisanda yapılacağı ilan edilen genel ve yerel seçimler, 21 Hazirana ertelenmek zorunda kaldı. Tüm dünyayı adeta esir alan salgın, ABD ve Avrupa Birliğindeki sorunları derinleştirdi. Ekonomistlerin yaptığı tahminlere göre salgının etkisi ile dünya ticareti % 10-15 civarında daralacak. Bu daralma en çok gelişmiş zengin batı ülkelerinde hissedilecek.

Son 20-30 yılda dünya sanayi üretiminin batıdan doğuya kayması dünyadaki güç dengelerini değişmeye zorluyor. İkinci dünya savaşından beri dünyanın egemen gücü olan ABD‘nin üstünlüğünü yavaş yavaş kaybettiği konuşuluyor. Çin, Japonya Güney Kore’nin ulaştığı üretim gücünün dünyanın siyasi yapısına da yansıması kaçınılmaz görünüyor.

Avrupa Birliğinin balkanlara yönelik genişleme süreci, Kosova-Sırbistan’ı anlaştırma çabaları, salgın sebebiyle ara vermek zorunda kaldı. ABD ve AB kendi devasa sorunları ile boğuşurken dünyanın baş ağrısı balkanlarla eskisi gibi uğraşmaya devam eder mi? Bu sorunun cevabı balkan yarımadasında merakla bekleniyor.

MİLOŞEVİÇ’TEN GÜNÜMÜZE SIRBİSTAN’A KISA BİR BAKIŞ

Dağılan eski Yugoslavya coğrafyasının Kosova dışında çözülmeyi bekleyen bir sürü problemi var. Bunlar arasında Sırbistan sınırları dahilinde, Voyvodina ve Sancak’ta yaşayan Macar, Boşnak ve Arnavut gibi azınlıkların insani ve siyasi şikayetleri masada cevap bekliyor. 8 yıldır tek parti hukümeti gibi uyumlu çalışan SNS-SPS koalisyonu, AB’nin ısrarlı baskılarına rağmen, söz konusu azınlık problemlerini, çözüyorum izlenimi vererek sürüncemede tutmaya devam ediyor. Sırbistan’daki siyasi tabloya kısa bir göz atacak olursak, yükselen milliyetçilik dalgası, gerek ülke istikrarı için, gerekse bölge barışı açısından endişe vericidir. Avrupa demokrasilerinde olduğu gibi, evrensel insani değerleri savunan sosyal demokrat ve yeşillere benzer bir muhalefet Sırbistan’da mevcut değil. Bazen parti isimleri değişse de aynı zihniyet iktidarda kalmaya devam ediyor. Ülkenin siyasi yelpazesinde parlamentoya girecek kadar oy alan partilerin, nerede ise tamamı milliyetçi retorikleri kullanma konusunda yarış ediyor. Bu manzara ülkede yaşayan, Sırp olmayan, Macar, Boşnak Arnavut gibi azınlık milletleri ve bağımsız entelektüelleri endişelendiriyor.

BALKAN SİYASETİNDE SIRBİSTAN’IN YERİ VE ÖNEMİ

Birinci dünya savaşı sonrasında galip egemen batılı güçler; İngiltere ve Fransa, balkanların, jandarmalığını sadık müttefikleri olan Sırp ulusuna verdiler. Sırbistan krallık ailesi ile İngiltere hanedanı arasında akrabalık ilişkisinin bu karada etkili olduğunu biliyoruz. Gerek krallık Yugoslavya’sı döneminde, gerek Tito Yugoslavya’sı yıllarında Sırplar, bu rolü başarı ile oynadı.

S. Miloşeviç liderliğindeki Belgrad rejimi, 90 lı yılların başında, kozmopolit Yugoslavya topraklarında bu geleneksel jandarmalık rolünü, devam ettirmek istedi, ancak Almanya, Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanıyınca, Sırpların 80 yıllık balkan jandarmalığı, sona ermiş oldu. Birkaç ay gibi kısa zaman içinde Almanya’nın bu görüşü, Avrupa Birliğinin resmi görüşüne dönüştü. İngiltere ve Fransa beğenmeseler de, Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığına evet demek zorunda kaldılar. S. Miloşeviç, Sırp ulusunun balkan jandarmalığını sona erdiren bu değişimi kabullenmek istemedi ve Yugoslavya’nın kanlı dağılması kaçınılmaz hale geldi. Bu kanlı çözülmenin sonucunda en fazla kayıp veren ve sürgün edilen millet, ne yazık ki Boşnaklar olmuştur. Boşnakların Bosna’da soykırıma uğraması ile neticelenen Sırp harekatlarına göz yuman güçlerin daha önce Sırplara balkan jandarmalığı görevi veren İngiltere ve Fransa olduğuna dikkat çekmek isterim.

BOSNA’NIN TEKRARINA KOSOVA’DA İZİN VERİLMEDİ

Miloşeviç Bosna’da icra ettiği bir operasyonun aynısını, 1999 da Kosova’da denemeye kalkınca dönemin demokrat ABD yönetimi ve NATO dur dedi, geçit vermedi ve 3 ay süren bir hava harekatı ile Sırp ordusu, polisi ve onlara bağlı güçler Kosova’dan kaçmak zorunda kaldı. NATO harekatı ile Kosova’dan asker ve polisle birlikte sayıları yüz binlere varan Kosova’lı Sırplar da evlerini barklarını terk ederek Sırbistan’a sığınmak zorunda kaldılar. Daha önce Hırvatistan ve Bosna’yı terk etmek zorunda kalan Sırp sığınmacılarla birlikte Sırbistan, sayıları yüz binlerle ifade edilen bir mülteci memleketine dönüştü. Bu sebeple Sırplarla diğer milletler arasındaki düşmanlık zirveye çıktı.

Miloşeviç, Slovenya, Hırvatistan, Bosna ve Kosova’ya karşı yürüttüğü askeri harekatları soydaşlarının haklarını savunma gerekçesine dayandırıyor ve bu tezle kendi kamuoyunun da desteğini alıyordu. Yugoslavya halk ordusunun yaptığı kanlı harekatlar, uluslar arası kurumların muhalefetine rağmen sürdü.

Doğup yaşadıkları (Hırvatistan. Bosna, Kosova ) toprakları terk etmek zorunda kalan bu Sırp nüfus, Sosyalist Yugoslavya döneminde türlü devlet imtiyazları ile refah içinde yaşamaya alışmış kitlelerdi. Eski Yugoslavya’nın refah günlerini kaybeden bu kitleler, Sırbistan’da sosyal yardımla hayatlarını sürdürmek zorunda kalan mağdur kitlelere dönüştüler. İçinde yaşayan herkese refah ortamı sağlayan (bedava eğitim, sağlık v.s.) ortak devlet Yugoslavya’nın dağıtılmasının sorumluluğunu herkes birbirinin üzerine yıkmaya çalışır. Belgrad’a göre, Sırplar Yugoslavya devletinin devamlılığını savunurken, Hırvat milliyetçileri ve Aliya’nın İslami fundamentalizmi, sonrasında da, ayrılıkçı Arnavut milliyetçiliği, Yugoslavya’nın sonunu getirdiği iddialarını, bugün de dile getirmeye devam ediyor.

SIRBİSTAN AVRUPA BİRLİĞİNE EVET DERKEN NATO’YA NİYE DÜŞMAN?

80 yıldan beri batı dünyasından tam destekle balkanlarda hakimiyetini sürdüren Sırplar, Kosova hava harekatı ile batı ilk defa ters düşerek, karşıt cephelerde çatıştılar. Bugün bile Belgrad; her ne kadar AB ile tam üyelik müzakereleri yapıyor olsa da, NATO’dan yediği tokadı unutmadığını, ve düşman gördüğü ittifaka dahil olmayacağını, yüksek sesle dile getirmekten çekinmiyor. Halbuki Karadağ ve Kuzey Makedonya’dan sonra bölgede NATO üyesi olmayan tek devlet konumuna düşen Sırbistan, bu durumdan rahatsızlık duymuyor. Tarihten gelen Rusya dostluğunu devam ettirmek, hatta yeni süper güç Çin’in batıda güvenilir dost ve partneri olmak gibi bir hedef Sırbistan’ın dış politikasının öncelikleri arasında yer alıyor. Sırbistan, başta alt yapı yatırımları olmak üzere Çin’li firmalara kapıları sonuna kadar açmış bulunuyor.

20. asır boyunca eski Yugoslavya coğrafyasını kendine ait hükümranlık alanı gören Belgrad rejimleri, NATO hava harekatını, hükümran oldukları topraklara bir saldırı olarak algılamakta ve NATO’yu savaş suçu(!) işlemekle itham etmektedir. Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılışını bile bölücülük olarak tanımlayan Sırbistan, nüfusunun % 90 dan fazlasını Arnavutların oluşturduğu Kosova’nın, Sırbistan’dan ayrılarak bağımsız olmasını bir türlü kabullenemiyor.

BELGRAD’IN BÜYÜK SIRBİSTAN MACERASI NEREYE GİDİYOR ?

Tito’dan sonra, 80-90 lı yıllar boyunca Sosyalist Yugoslavya’nın BÜYÜK SIRBİSTAN’a dönüştürüleceği propagandası ile beyinleri yıkanan Sırbistan kamuoyu, Kosova’nın da, Sırp milletinin kutsal ata toprağı olduğu inanışından vazgeçecek gibi görünmüyor. Kosova’nın er veya geç bir gün Sırbistan toprağı olacağı gibi, hayali vaatlerle avunmaya devam ediyor. Sırp dünyası bu hayallerle avunurken Karadağ yönetimi 2006 yılında organize ettiği bağımsızlık referandumu ile, Sırbistan’dan koptu. Aslında Karadağ bu hamle ile Büyük Sırbistan ile yollarını ayırmış oldu. Avrupa ve NATO ile entegre olma yolunu seçti. Karadağ’ın bağımsızlığı, bölgeyi savaştan savaşa sürükleyen BÜYÜK SIRBİSTAN macerasının da sonu oldu. İki yıl sonra Kosova’nın bağımsızlık ilanı ise sadece Sırbistan için değil, tüm Sırp dünyası için son bir asırda yaşanan en büyük şok olmuştur. Bu şokun etkisi yıllardır sürüyor ve hala da atlatılabilmiş değil.

BALKANLARDA TARİHLE YÜZLEŞME OLMADAN İSTİKRAR OLMAZ

Büyük Sırbistan doktrininin temel argümanlarından birisi de, Balkanlarda yaşayan ve Slav kökenli dilleri konuşan tüm ulusların aslında Sırp oldukları tezine dayanır. Balkan savaşlarından bu tarafa bölgedeki Boşnaklara, zengin tarihi ve kültürel zenginliklerine rağmen, ısrarla ilk okul sıralarından itibaren, zorla Sırp kimliği dayatıldığı gerçeğini hatırlatmak isterim. SANU’un geliştirdiği bu tarih tezine göre, Slav kökenli bir dil konuşan Boşnaklar, barbar (!) Osmanlı’nın değil, medeni (!) Sırp unsurunun bir parçası olduğu iddia edilir. Osmanlı’nın bölgeye gelmesi ile, aslında Sırp olan Boşnak milleti, maruz kaldığı baskı sonucunda, ecdadının dini olan Ortodoks Hıristiyanlığa, maddi menfaat karşılığı ihanet ederek, İslam dinine geçmiştir. Petar Petroviç Negoş’un destansı dağ çelengi adını taşıyan manzum eserinde, din değiştirdiği iddia edilen Boşnaklar için, sonradan Türkleşmiş ( dönme )manasına gelen POTURİCA deyimi kullanılmaktadır. Boşnakların Sırp olduğu iddiası ile yetinmeyen bazı Sırp teorisyenler, bölgede yaşayan Hırvat Sloven Makedon ve Karadağlıların da Sırp olduğunu ileri sürer. Bu teze dayanarak tüm bu Sırpları (! ) tek bir devlet altında, yani BÜYÜK SIRBİSTAN çatısı içinde birleştirmek gerekir. Bu dayatmalara karşı gelen toplumlar ise, sapkın illegal kabul edilir ve düşmanlaştırılır. Sırpların Boşnakları düşman görmesinin sebebi budur.

19. Asrın başından günümüze kadar adım adım büyüyen Sırp devleti, kilisenin de desteği ile, sınırlarını genişleterek BÜYÜK SIRBİSTAN ideolojisine daima bağlı kalarak, günümüze ulaşmıştır. Tarihi gerçeklerle çelişen bu doktrini gözden kaçırırsanız, Osmanlının çekilmesinden bu tarafa bitmek bitmeyen kanlı çatışmaları, soykırım ve sürgünleri izah ve anlamanın imkanı yoktur. İki asırdır sürekli kanlı olaylarla birlikte anılan balkan milletleri ve Sırplar, tarihleri ile yüzleşmek zorundadır. Bu yüzleşme, Büyük Sırbistan ve Büyük Hırvatistan gibi utopyalardan vazgeçmeden mümkün görünmüyor.

21 HAZİRANDA CEVABI ARANAN SORU SANCAK MI? RAŞKA MI?

Kosova’nın 2008 de bağımsızlığını ilan etmesi ile eski Yugoslavya coğrafyasında yaşayan Arnavut Milletinin sorunlarının çözüldüğü söylenebilir. Slovenya, Hırvatistan, Kuzey Makedonya doksanlarda bağımsızlıklarını kazanarak istikrara kavuştular. Ancak Boşnak Milleti için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Bosna-Hersek’te çoğunluğu, Sırbistan ve Hırvatistan’da ise, azınlığı oluşturan Boşnak milletinin siyasi, insani, hiçbir problemi çözülmemiştir. Komşusu iki devletin sürekli baskılarına maruz kalan Bosna-Hersek devleti, ayakta kalma mücadelesi veriyor. Sırbistan’da azınlık konumundaki Boşnaklar ise, 30 yıldan beri siyasi ve insani hakları için mücadele veriyor.

Sancak Boşnak milleti 1912 den beri kendi öz vatanında özgür ve insanca yaşama imkanı bulamadı. Devlet eliyle tezgahlanan sistematik baskı ve zulümleri, soykırımlar takip etti. Osmanlı’nın gidişi ile yalnız kalan Boşnak Milleti, maruz kaldıkları zulümleri şikayet edecek bir makam, veya devlet bulamadı. Tek çare Anadolu’ya sığınmak oldu. Göç sonrasında ise, geride bıraktıkları yakınları ve vatanlarına duydukları hasretle yaşamak zorunda idiler. Bu karanlık tablo, 1990 yılına kadar böyle hep sürdü gitti.

Tarihler 1990 ları gösterdiğinde dünyada digital globalleşme denen yeni bir çağ başladı ve her şey değişti. Aliya İZETBEGOVİÇ liderliğinde SDA siyasi parti çatısı altında organize olan Boşnak Milli hareketi, sıradan bir siyasi parti değildi. Yüzyıldan beri süren baskılara artık yeter diyen, bir özgürlük hareketi idi. SDA, Boşnakların, eski Yugoslavya’da özgürlük-eşitlik mücadelesi veren milletlerle eşit haklara sahip olduğunu herkese kabul ettirdi. 1992-95 yılları arasında işgalci güçlere karşı verilen topyekun silahlı direniş, Bosna-Hersek’in bağımsızlığı ile noktalandı. Bu bağımsızlık mücadelesinde Sancaklı gönüllülerin verdiği katkı herkesin malumudur.

2000 yılında Sırbistan’da yönetim değişti, ülkesini kanlı çatışmalara sokan Miloşeviç iktidardan düştü ve yargılanmak üzere Lahey savaş suçları cezaevine gönderildi. Bu olayla hem Sırbistan hem de Sancak için, yeni bir dönem başlamıştı. İCTY Lahey’de, Yıllar süren duruşmalar, Miloşeviç’in 2006 da ölümü ile karar alamadan sona erdi.

Belgrad’da 2000 yılında iş başına gelen yeni yönetim dünya ile çatışmak yerine Avrupa Birliği ile bütünleşme yolunu seçtiğini ilan etti. Bu politika değişikliği sebebiyle Sırbistan’da başta anayasa olmak üzere hukuk sistemi AB standartlarına uyarlanmaya başladı. Aynı dönemde Lahey’de devam eden duruşmalarda Bosna’da insanlığa karşı işlenen suçlar delilleri ile bir bir ortaya çıkmaya başladı. İkinci dünya savaşından sonra Avrupa’da ilk defa Srebrenica’da Sırpların SOYKIRIM suçu işlendiği Lahey’deki bağımsız mahkeme ( ICTY ) tarafından hükme bağlandı. Soykırım suçluları müebbet hapislerle cezalandırıldı. 2006 da LAHEY ADALET DİVAN da Srebrenica’da Boşnakların SOYKIRIM’a uğradığını tasdik etti. Ancak Sırbistan’ın içinden yükselen seslere göre BM tarafından kurulan bağımsız mahkemelerin verdiği bu kararlar şiddetle protesto edildi mahkemeler Sırp düşmanı olarak ilan edildi.

Tekrar Sancak’a dönelim. Sırbistan devletinin AB ile bütünleşme yönünde girdiği bu süreçte, 2013 yılı bir dönüm noktası oldu. Avrupa Birliği; Brüksel anlaşması olarak adlandırılan bir anlaşma sonunda Sırbistan’la tam üyelik müzakerelerini başlatma kararını dünyaya duyurdu. Bu anlaşma ile Belgrad, başta Kosova ile ilişkilerini normalleştirme ve ülkesinde demokrasi ve insan haklarını geliştirme konularında taahhüt altına girdi.

AB ile başlayan tam üyelik müzakerelerinin Sancak’ı doğrudan ilgilendiren kısmı, ülkede insan haklarını konu alan, azınlıkların, başta eğitim olmak üzere diğer tüm haklarını düzenleyecek olan başlıktır. Sırbistan hukuk sisteminde birçok kanun evrensel standartlar seviyesine getirildi. Ancak sahadaki uygulamaların kağıt üzerinde yazılı olanlarla çok da uyumlu olduğunu söylemek mümkün değildir. En başta Boşnak Milli kimliği inkarı konusunu sayabiliriz. Belgrad hukümetleri, eskiden olduğu gibi, Boşnaklara, hala bir millet değil, dini bir cemaat gözü ile bakmaya inatla devam ediyor.

Belgrad, bir taraftan AB ile müzakere ederken, savaş mahkümlarına kahraman muamelesi yapmak gibi çelişkili tavırları sürdürüyor. Srebrenica soykırımı mahkümu Ratko Mladiç’in isminin caddelere verilmesi, stadyumlarda alkışlanması, Boşnak milletinde derin bir endişe ve korkunun doğmasına sebep olmaktadır. Nitekim Lahey’deki mahkeme tarafından, savaş suçu işlediği, mahkeme kararına bağlanmış bazı isimlerin, 2020 seçimlerinde milletvekili aday listelerinde boy göstermesi, AB ve ABD tarafından tepki ile karşılanmıştır. Sırp Radikal partisi lideri V. Şeşelj’in geçen sene yayınladığı SREBRENİCA’DA SOYKIRIM OLMADI adını taşıyan kitabın medyada gördüğü ilgi, insan hakları savunucularını dehşete düşürdü.

21 haziran 2020 günü Sırbistan’da yapılacak seçimler Sancak Boşnak milleti için tarihi niteliktedir. Yaşanan baskılar yüzünden sayıları iki yüz bin cıvarına kadar düşen Boşnak milleti Sırbistan devletine ve Büyük Sırbistan ideolojisine karşı varolma mücadelesi veriyor. Kameralar önünde demokrasiye bağlılık yemini ederken, Sancak ismine bile tahammül edemeyen Belgrad rejimi Boşnak milletini içerden bölerek etkisiz bir dini cemaat haline getirmek için tüm imkanlarını seferber etmiş durumda.

Belgrad hükümetinin bu siyasi hamlelerinin yanında, Sancak bölgesine ekonomik alanda uygulanan ayrımcı politikaları şöyle sıralayabiliriz. 100 yıldan beri hiçbir iyileştirme görmeyen Sancak’taki karayolu ağı Sırbistan’ın en kötü yol ağıdır. Demiryolu zaten hiç mevcut değildir. Sırbistan’ın en genç nüfusuna sahip Yeni Pazar’da ilk okullar, bina yetersizliği sebebiyle üç vardiyalı bir sistemle çalışmak zorundadır. Sağlık alt yapısı ise tam bir felaket manzarası arz ediyor. En basit sıradan tedavi ve ameliyatlar bile yapılamamaktadır. COVİD 19 salgınında enfekte olmuş hastaların tedavi için 300 km uzaktaki Belgrad’a taşındığı hususu, her şeyi açıklamaya yeter diye düşünüyorum.

30 yıldan bu tarafa Sancak’ın özgürlüğü için mücadele veren SDA hareketi genç idealist ve alanında uzman fedakar bir aday kadro ile 21 haziran günü, SANDZAK NAŞA KUÇA Sancak bizim yuvamız sloganı ile seçime katılıyor. Bu seçimler; Sancak’ın adını silerek RAŞKA yapmak isteyenlerle SANCAK bizim yuvamız diyenlerin mücadelesidir.

11.06.2020 DAVUT NURİLER