Davut Nuriler Web Sitesi

70. Yılında Sancak’ın Soylu Mücadelesi

  1. BERLİN KONGRESİ’NDEN II. DÜNYA SAVAŞI’NA KADAR YAŞANANLARA   KISA   BİR   BAKIŞ

Berlin Kongresi ile Avusturya-Macaristan yönetimine terk edilen Bosna-Hersek’le bugünkü Sancak Bölgesi asırlar süren beraberlikten sonra birbirinden ayrılmış oldu. Balkan savaşlarına kadar Osmanlı toprağı olarak kalmış olan bugünkü Sancak, adı geçen savaşların kaybedilmesi ile günümüze kadar sürecek karanlık bir döneme girmiş oldu. Balkan savaşları sonunda Sancak aynen bugünkü sınırları ile Sırbistan ve Karadağ arasında paylaştırılmıştır. Her ne kadar resmen Osmanlı toprağı olmaktan çıkmış da olsa, Sancak’ın muhtelif şehirlerinden gelen  binlerce gönüllünün Çanakkale savaşlarında şehit olduğunu biliyoruz. Bu durum Türkiye ile Sancak arasındaki kardeşlik  bağlarının ne kadar güçlü olduğunun en güzel ifadesidir.

Birinci dünya savaşının bitmesi ile kurulan krallık Yugoslavya’sı ile bölgede yaşayan diğer milletlerle birlikte  Boşnaklar  ve Sancak için yeni bir dönem başlamıştır. Önce CEMİYET-İ İSLAMİ adı altında teşkilatlanan Boşnaklar, daha sonra başkanlığını Dr. Mehmed SPAHO’nun yaptığı Yugoslavenska Muslimanska Organizaciya (YMO) isimli parti ile temsil edildiler. Bu dönemde Boşnaklar siyasi ve ekonomik( toprak reformu gibi) baskılara  rağmen Osmanlı’dan kalan eğitim müesseselerini, geleneklerini yaşatmaya ve kimliklerini korumaya  muvaffak olmuşlardır.

  1. Dünya Savaşının patlaması ile Sancak’ın Karadağ’da kalan şehirleri Faşist İtalya’nın, Novi Pazar, Sjenica gibi Sırbistan’da kalan bölgesi ise Nazi Almanya’sının işgali altına girdi. 1941 yılından 1943 yılına kadar İtalyan işgali altında yaşayan Sancak’ın güney bölgesi İtalya’nın teslim olması ve askerlerinin bölgeden çekilmesi ile kendi kaderini ele almak durumunda kalarak 20 Kasım 1943 günü Pljevlje’de (TASLICA) otonomi ilan etmiştir. Sancak Antifaşist Halk Kurtuluş Konseyi ZAVNOS (Zemalsko antifaşistiçko vijeçe oslobodenja sancaka) adı altında organize olan ve topraklarında yaşayan Sırplar dahil büyük halk desteğini arkasına almış olan bu hareket, bölgede bütün dikkatleri üzerine çekmiştir. Nazi işgali altındaki Sancak’ın diğer şehirleri de açık bir şekilde bu soylu harekete katılmışlardır. Onun için 20 Kasım günü hem Sancak’ta hem de diyasporada yaşayan Sancaklılar tarafından çeşitli toplantılarla SANCAK GÜNÜ olarak anılmaktadır. 1943 yılı sonunda Sosyalist Yugoslavya’nın kuruluşuna giden yoldaki ilk toplantı olan AVNOY’a da temsilci göndermiş olan bu konsey, Sırp Komünistlerin baskıları sonucunda 29.03.1945 günü faaliyetlerine son vermek zorunda bırakılmıştır. 1945-1950 yılları arasında Osmanlı döneminden kalma çok sayıda kanaat önderi, münevver ve alim yeni komünist rejim tarafından kurşuna dizilerek şehit edilmiştir. (Akif Hacıahmetoviç ve diğerleri)  Sancak Günü olan bu günde bu çok değerli şehitlerimizi de rahmetle anıyoruz. Sosyalist Yugoslavya içinde diğer federal cumhuriyetler gibi nüfus, coğrafi sınırlar gibi bütün şartları sağlayan Sancak, maalesef komşuları Karadağ ve Sırbistan’ın karşı çıkması sebebiyle önce cumhuriyet olma hakkını daha sonra da özerkliğini  kaybetmiştir. Kosova ve Voyvodina ise baskılara direnmiş ve zor da olsa özerkliklerini koparmayı başarmışlardır. Aydın ve entellektüel kadrosunu kaybederek başsız kalan Sancak Boşnak Toplumu, çareyi göç etmekte bulmuş, önemli bir kısmı Türkiye’ye giderken diğer bir kısmı Saraybosna’ya, sayıca daha az bir Boşnak nüfus ise Avrupa ve Amerika’ya göçmüştür. O devirlerde moda olan ateist-materyalist doktrinlerin etkisini, devlet imkanları ile birleştiren komünist rejim Müslüman Boşnak toplumunun üzerinden silindir gibi geçmiş ve Osmanlı’dan kalan eğitim müesseselerinin tamamını ortadan kaldırmıştır. Tesettür yasağı bu baskıların en dikkat çeken bir uygulamasıdır. Altmışlı yıllardan sonra artan modernleşme eğilimlerinin de katkısı ile geleneksel toplumsal yapıda olumsuz birçok değişime bütün dünyada olduğu gibi Sancak’ta da rastlamak mümkündür. Komünizm hükümran olduğu  diğer ülkelerde olduğu gibi Yugoslavya’da da topluma damgasını  vurmuştur.

1990’da Yugoslavya’da yıkılan tek partili rejimin çok partili sisteme evrilme sürecinin ne kadar sancılı olduğu çoğumuzun hafızalarında hala tazeliğini korumaktadır. İkinci dünya savaşından önceki krallık Yugoslavyası’nda olduğu gibi, Sırplar Sosyalist Yugaslavya’da da devlet kurumlarındaki hakimiyetlerini devam ettirmişlerdir. Silahlı kuvvetler, emniyet ve diplomaside ipleri ellerinden hiç bırakmayan  Sırp toplumu çok etnisiteli Yugoslavya devletinden Federal Sırbistan toprakları dışında Sırpların yaşadığı yerleri de (Hırvatistan ve Bosna-Hersek ) hakimiyeti altına  alacak bir BÜYÜK SIRBİSTAN çıkarmak için harekete geçti. Sırp toplumunun öteki milletleri yok sayan, iki asırlık bu faşist ideolojik  hayalini gerçekleştirmeye  çalışan Slobodan MİLOŞEVİÇ, 1999’da NATO’dan yediği son darbe ile tam bir başarısızlığa uğramıştır. Büyük Sırbistan hayali büyük bir kabusa dönüşürken, Kosova’yı kaybeden Sırplar, 2006’daki bağımsızlık referandumu sonunda Karadağ ile de yollarını istemeye istemeye ayırmak zorunda kaldılar. Bu şekilde 80 yıllık Yugoslavya devleti tarihe karışırken Sırplar halihazırdaki Sırbistan ve Bosna-Hersek’in yarısı ile yetinmek zorunda kalmışlardır. 80 yıllık ortaklık bitmiş, Slovenler, Hırvatlar, Makedonlar ve Arnavutlar, Sırplarla bir devlet çatısı altında asla yaşamak istemedikleri için Yugoslavya devletinin yaşama şansı kalmadı ve tarihe karıştı. Sırplarla aynı devlet çatısı altında sadece Boşnaklar kalmış bulunuyor. Onlar da mecbur oldukları için böyle bir yapının içinde istemeye istemeye yaşamaya çalışıyor.

  1. PARÇALANAN YUGOSLAVYA’DAN BUGÜNE SANCAK’TA YAŞANANLAR

1980  Yılında  JOSİP BROZ TİTO’nun ölümü ile yeni bir dönem başladı. Yugoslavya’nın kurulduğu 1918 yılından beri  devletteki üstünlüklerini sürekli korumayı başaran Sırplar bunu devam ettirebilecekler miydi?

Sırplara göre hep ikinci planda kalan ve ikinci dünya savaşı esnasında birkaç yıl hariç(NDH) kendi milli devletlerini bir türlü kuramayan Hırvatlar bu sefer ne yapacaktı?

Avusturya ve İtalya ile sınır komşusu olan Slovenya’yı AB’nin içine alacağı konusunda fazla bir tereddüt söz konusu değildi. Nitekim bu konuda herhangi bir sürpriz yaşanmadı.

En fazla merak,  Boşnaklar ve Bosna-Hersek’in akıbetinin ne olacağı konusunda yoğunlaşıyordu. Boşnaklar Hırvatlarla ittifak kurarsa Sırpların düşmanı haline gelecekler veya, tam aksi Sırplarla, Hırvatlara karşı bir ittifakın içine girerlerse bu sefer de Hırvat ve Slovenya’yı  hatta tüm AB’yi karşılarına almış olacaklardı. Bunun gibi cevabı zor olan bir çok soruya konusunun uzmanı  ve yetkilileri bile ikna edici tezler ileri süremiyordu. Boşnak toplumuna liderlik eden Aliya İZETBEGOVİÇ’in karar verirken ne kadar büyük baskı ve sorumluluktan kaynaklanan ağır bir yükün altında olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Bu kadar çok bilinmeyenin yanında  kesin olan bir şey vardı, o da; artık Yugoslavya devletinin  sonunun geldiğiydi.

2000 yılının Ekim ayının başında Slobodan Miloşeviç’in bulunduğu rejim, zorlama bir halk hareketi ile devrildi. Rejim, Sancak Boşnak toplumuna o güne kadar bir vatandaşı gözü ile değil, alenen bir düşman olarak bakmış ve öyle muamele etmiştir.Boşnak gençler zorla, Hırvatistan ve Bosna-Hersek cephelerine (bazen canlı kalkan) gönderilmiş ve buna karşı çıkanlar ise devlet düşmanı suçlaması ile hapislere atılmıştır.Binlerce Boşnak’ın evi silah arama veya başka bir takım bahanelerle basılmış hatta talan edilmiştir.

Ülkenin geleceği konusunda tam bir belirsizliğin hakim olduğu o zor günlerde Sancak Boşnak Toplumunun  önderliğine soyunan genç bir doktor bu günlere kadar örnek bir cesaret, vatanseverlik ve fedakarlıkla halkına hizmet etmeye yılmadan yorulmadan hala devam ediyor. Bosna-Hersek’te katliamlar yapılırken akılcı, dengeli, uluslararası hamlelerle Sancak’ta büyük felaketlerin yaşanmasını engellemede önemli bir rol oynamıştır. Dr. Süleyman Ugljanin ve arkadaşları BM, AB, AGİT, AVRUPA KONSEYİ,AMNESTY İNTERNATİONAL, ABD ve TÜRKİYE nezdinde yaptıkları çalışmalarla Sancak’ta senaryosu hazırlanmış bir felaket ve etnik temizliğe engel olmuşlardır. BM Güvenlik Konseyinin 1993 yılı 855 sayılı kararı ile Sancak probleminin  dünya gündemine alınması sağlanmıştır.Bu karar Sancak Boşnak toplumu ve onun lideri Dr.Süleyman Ugljanin’in uluslararası diplomaside kazandığı büyük bir zaferdir. Bu hamleler saldırganların cesaretini kırmış ve kötü emellerine ulaşmalarına engel olmuştur.

Miloşeviç’ten sonra  dış dünya ile normal diyaloga girebilecek siyasiler Sırp devletinin yönetimine gelmiştir. Sancak Boşnak toplumu yöneticileri de vatandaşı oldukları ülkenin yöneticileri ile diyalog arayışına geçmiş ve o günlerden bu güne Sırplarla barış ve iyi komşuluk ortamının oluşabilmesi için yapılması mümkün  her şey yapılmaktadır. Ancak Sırp toplumunun şuuraltına sinmiş özellikle Müslüman Boşnak toplumuna karşı tarihin derinliklerinden  gelen(Osmanlı Türk düşmanlığı) düşmanca duyguların silinmesi çok zordur. Bu sebepten Sırbistan’da yaşayan Boşnakların en temel insan haklarına normal manada kavuşmaları için daha alınacak çok yol vardır. Bunun için AB’nin azınlık hakları ile ilgili tüm uygulamalarının Sırbistan’a yukarıdan dikte edilmesinden başka çıkar yol olmadığını düşünüyorum. Bütün zorluklarına rağmen Sırbistan’ın AB tam üyeliği istikametine girmiş olması Sancak Boşnak toplumu adına, iyimserliğimizi arttıran bir gelişmedir.

AB genişleme sürecinin Balkanlar’ı içine alacak şekilde ilerlemesi Hırvatistan’ın tam üye olması Sırbistan’ı da zorlamış ve 2013 yılının Nisanında aday ülke statüsüne yükselmiştir. 2002 yılından beri bu yönde hazırlıklara başlayan Sırbistan bu amaçla hem bölgenin hem de dünyanın diğer ülkeleri ile ilişkilerini arttırma yönünde bir takım girişimlerine şahit oluyoruz. Bu çerçevede 2008 yılı seçimleri sonunda Sırbistan’da hükümet kurma girişimlerinin kilitlenmesi sonunda ABD ,Türkiye ve AB devreye girmek zorunda kalmıştır.ABD’nin talebi Türkiye’nin tavassut ve desteği ile Sancak Boşnak toplumu lideri Dr.Süleyman Ugljanin, Sırbistan hükümetine bakan olarak girmiştir. Bu gelişme Türkiye ile Sırbistan arasındaki her çeşit münasebeti bir anda sıçratmıştır. Önce Dışişleri Bakanları görüşmeye başlamışlar  ardından Başbakanların ve Cumhurbaşkanların karşılıklı resmi görüşmelerinin önünün açıldığını  görüyoruz. 2009 yılının Ekim ayında, T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL Belgrad’a resmi bir ziyarette bulunmuştur. Bu satırların yazarının da bulunduğu bu gezi uzun bir zaman sonra Cumhurbaşkanlığı seviyesinde Türkiye tarafından Belgrad’a gerçekleştirilen ilk ziyaret olmuştur. O dönemin Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris TADİÇ ile Sn. Abdullah Gül arasındaki sıcak ilişkiler, iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmıştır. 2010 yılının 11 Temmuz’unda, Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç ile T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN Bosna-Hersek’in Srebrenica şehrinde buluşmuş, Sırbistan Cumhurbaşkanı Srebrenica  katliamı için resmen özür dilemiştir. Ardından iki lider beraberce Belgrad’a daha sonra da, tarihte ilk defa Sancak’ın başşehri Novi Pazar,Sırbistan Cumhurbaşkanı ile Türkiye Cumhuriyeti başbakanını beraberce ağırlamıştır.Novi Pazar halkı Başbakan Erdoğanı bebeğinden, en yaşlısına kadar sevinç gözyaşları ile bağrına basmıştır. Başbakan Erdoğan’ın Novi Pazar’da Boşnaklarla Türkiye’nin ne kadar yakın olduğu ile ilgili mesajı, Boşnaklar açısından son asrın en büyük olayıdır. Bu iyi ilişkiler vesilesi ile Türkiye -Sırbistan arasında vizeler karşılıklı kaldırılmış, serbest ticaret anlaşması imzalanmış ve TİKA’nın Belgrad’da ofis açmasına izin verilmiştir. Bu ofis üzerinden Türkiye hem Sancak’a hem de Sırbistan’ın az gelişmiş bölgelerine ciddi yardımlar ulaştırmaya başlamıştır. Mayıs 2012’de,  Sırbistan’da yeniden genel seçimler yapılmış hükümetin yapısı değişmiş ancak Dr.Süleyman Ugljanin’in hükümetteki bakanlık görevi devam ettirilmiştir.

Bu yılın Ekim ayı sonunda Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın Kosova ziyaretine Sırbistan basın ve kamuoyundan gelen tepkiler,iki ülke arasındaki dostane ilişkilere bir miktar zarar vermesinin kaçınılmaz olduğu görünüyor. Ancak bu soğukluğun geçici olduğunu düşünüyoruz. Her ne kadar Sırbistan hükümet sözcüsü, Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç’in Türkiye-Bosna-Hersek-Sırbistan üçlü zirvesinden çekildiğini açıklasa da bu üçlü görüşmelerin tekrar devamının yollarının açık olduğunu düşünüyorum.  Sırbistan’ın şimdiye kadar Türkiye’ye iletmekten çekindiği  bazı taleplerine kulak verilmesi halinde, ilişkilerin eskisinden daha da iyi olabileceğini bile söyleyebiliriz.

DAVUT NURİLER

15.11.2013

Tagged in: