12-13 Şubat 2018 tarihlerinde Sırbistan C.Başkanı Aleksander VUÇİÇ, Hırvatistan C. Başkanı Kolinda GRABAR-KİTAROVİÇ’in davetlisi olarak Zagreb’e rasmi bir ziyaret yaptı. Sosyalist Yugoslavya’nın dağılmasından ve kanlı çatışmalardan bu tarafa Balkanların düşman kardeş iki devleti arasında, Cumhurbaşkanlığı seviyesindeki bu ilk ziyaretin, AB’nin baskıları sonunda gerçekleştiği konuşuluyor. Her geçen gün yeni problemlerin patlak verdiği AB’nin, Balkanlardan gelecek yeni sorunlara hiç tahammül göstermeye niyeti yok. Hırvatistan kamuoyu ve medyasında, gezi boyunca Belgrad’dan gelen misafir hakkında olumlu görüş ifade eden televizyon programlarına gazetelere ve haber portallarına rastlayamadık. Savaş mağduru çok sayıda Hırvat sivil toplum kuruluşunun ve vatandaş kitlelerinin yoğun protestoları bu ziyaret boyunca devam etti. Hırvatistan Başbakanı Andrea Plenkoviç ile A. Vuçiç arasındaki görüşmenin ne kadar zoraki olduğu gün gibi aşikardı. Başbakan Plenkoviç’in konuk C.Başkanı ile görüşmek istemediği zorla ikna edildiği söylentileri yaygındı.
İki gün süren ziyareti değerlendirirken olumlu şeyler yazmanın gayreti içindeyim. Yazılabilecek iyi şeylerin başında iki ülke arasındaki ticaret hacminin 1 milyar Euro’ya ulaştığı ve yükselme eğiliminde olduğudur. Ancak hala Belgrad-Zagreb arasında direkt uçak seferlerinin başlamaması düşündürücüdür. Milattan sonra 3. Asra, Katolik-Ortodoks ayrışmasına kadar uzanan iki ülke arasındaki düşmanlığın tarihi, 90’lı yıllarda Hırvatistan’ın doğu sınırındaki Vukovar şehrindeki kanlı çatışmalarla zirveye çıkmıştı. Avrupa kültür mirasının göz bebeği Dubrovnik de günlerce bombalanarak savaştan payını almıştı. İki ülke arasındaki Savaşın bitmesi ile Hırvatistan, Miloşeviç yönetimindeki Belgrad rejimini SOYKIRIM suçlaması ile Lahey Adalet Divanı’na şikayet etmiş, Sırbistan’dan savaş tazminatı olarak 36 milyar euro talep etmişti. 2000 yılında Miloşeviç rejiminin devrilmesinden sonra ise Sırbistan, Hırvatistan’ı 1995 yılında Krajina bölgesindeki fırtına harekatı sebebiyle, yani mütekabil aynı suçlama ile, Lahey Adalet Divanı’na şikayet etmişti. Fırtına Harekatı ile Hırvatistan topraklarında yaşayan 200.000’den fazla Sırp evlerini terk ederek Bosna ve Sırbistan’a sığınmak zorunda kalmıştı. Hırvatistan vatandaşı yüzbinlerce Sırp, mülteci haline gelmiş ve Miloşeviç rejimini güç duruma düşürmüştü. Büyük Sırbistan hayalinin kabusa dönüştüğü bu ve benzeri olaylarla, Miloşeviç, anlaşma masasına oturarak, Dayton anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. 3 yıl kadar önce açıklanan karar ile Lahey Adalet Divanı her iki ülkenin talebini reddetti. Mahkeme sürecinde düşman kardeşlerin, birbirine yönelttiği suçlamalar kan donduracak nitelikte vahşet içeriyordu.
Bölgedeki çatışmaları durduran Dayton anlaşmasından sonra 1996 yılında Sırbistan ve Hırvatistan, ilişkilerin normalleşmesi amacıyla bir anlaşma imzaladı. Her iki taraf; savaş mağduru sivillerin zararlarının tazmini, evlerinden sürülenlerin dönüşlerinin sağlanması, sınırlar konusundaki ihtilafların giderilmesi ve kayıpların bulunması konusunda işbirliği yapmayı taahhüt etmişlerdi. O günlerden bugünlere alt seviyede sürdürülen görüşmelerde yukarıda bahsi geçen konularda dikkate değer hiçbir ilerleme sağlanamadığı, bu ziyaret sebebiyle ortaya çıkmış oldu. Heyetler yıllarca havanda su dövdüler. Hatta diyebiliriz ki bu ziyaretin en olumlu tarafı, yıllar süren bu görüşmelerde anlaşmayla imza altına alınan insani konularda, hiçbir ilerlemenin sağlanamadığının ortaya çıkmasıdır.
Takip edebildiğimiz kadarıyla ziyaretin ilk günü başşehir Zagreb’in önemli bir bölümü polis ve ordu güçleri tarafından bloke edilmişti. Şehirde günlük hayat tamamen durmustu. Her iki Cumhurbaşkanı klişeleşmiş sıradan açıklamalardan ibaret protokol uyguluyordu. Ancak A. Vuçiç canlı basın toplantısının sonunda yakın geçmişte yaşanan olayların değerlendirilmesi konusunda anlayış birliği sağlamanın mümkün olmadığını açıkça söyleyerek bir gerçeği ifade etmiş oldu. Bu açıklamanın özü; birbirini soykırım suçlaması ile Lahey Adalet divanına şikayet etmiş olan tarafların, işledikleri suçlarla yüzleşmeye hazır olmadıkları, yani geçmişten hiç ibret almadıkları manasını taşır. Türkçe dilindeki, tencere dibin kara, seninki benden deyimi iki ülke arasındaki diyalogu gayet güzel ifade etmektedir.
Vuçiç, gezisinin ikinci gününü Hırvatistan’da yaşayan soydaşı Sırp azınlığa ayırdı. İki bine yakın Hırvatistan vatandaşı Sırp’ın yaşadığı Vrginmost kasabasına gitti. Yanında Hırvatistan’da yaşayan Sırp azınlık konseyi başkanı ve aynı zamanda Hırvat parlamentosunda milletvekili olan Milorad Pupovac da vardı. Konuk C.Başkanı, soydaşları tarafından coşkuyla karşılandı. Kasabada, gazetecilerin yoğun ilgisi ile karşılaştı. İlginin sebebi ırkçı görüşleri ile tanınan Sırbistan Radikal Partisi’nde siyaset yaptığı 1995 yılında, Sırp kontrolündeki bu kasabada Vuçiç’in yaptığı bir konuşma idi. Söz konusu konuşmasında Vuçiç, Vrginmost kasabası sakinlerine BÜYÜK SIRBİSTAN’DA yaşayacaklarını vaat ediyordu. Gazetecilerin, bu konuşma ve Büyük Sırbistan söylemleri ile ilgili ısrarlı sorularına Vuçiç’in, kaçamak cevaplar vermesi dikkatlerden kaçmadı. Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi her fırsatta ısrarla savunan Vuçiç’in bu tavrını, AB’li yetkililerin nasıl karşılayacağı merakla bekleniyor
Sırbistan C. Başkanının Hırvatistan’da yaşayan soydaşlarının insan haklarına gösterdiği bu alakanın normal karşılanması, hatta takdir edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak ben sözü Sırbistan’da ve diğer komşu ülkelerde yaşayan Boşnak azınlıkların mağduriyetlerine getirmek istiyorum. Mesela, 1992 yılında Bosna-Sırbistan sınırındaki PRİBOJ şehrinin köylerinde yakılmış evlerine dönmeyi bekleyen binlerle ifade edilen Boşnak azınlığın sesini kim duyacak, haklarını kim koruyacak? Hırvatistan’daki Sırp azınlığa sahip çıkan Vuçiç gibi Boşnakların bir hamisi olacak mı? Defalarca Priboj’daki mağduriyeti tazmin edeceklerine dair imza atan, söz veren Belgrad hükümetleri, işi sürüncemede bırakarak dünyayı kandırmaya devam ediyor. Hırvatistan’daki Sırpların yanına kameralarla giden bir Aleksander Vuçiç gibi bir devlet başkanı Priboj’a ne zaman gelecek diye bekliyoruz. Belgrad rejimlerinin, Sırbistan devletinin kuruluşundan beri Boşnaklara karşı uyguladığı ve devlet politikası haline gelmiş bir sürü insan hakkı ihlali içeren muameleler hepimizin malumudur. Balkan harplerinden bu tarafa başta milli kimlik olmak üzere Sancak Boşnak Milleti, Belgrad rejimlerinin bitmez tükenmez baskısı altındadır. Hatta bu baskı ve inkarların sürgün ve göçlerle sonuçlanan, rutin uygulamalara dönüştüğünü görüyoruz. Aslında Yugoslavya’da (krallıktan komünizme) rejimler, yönetimler değişmiş, ancak Boşnaklara uygulanan zulüm, inkar ve sürgün politikaları hiç değişmemiştir. Belgrad rejimleri Boşnakların Sırp olmadığını artık kabul etmeli, kimliklerini dayatmaktan vazgeçmelidir. Boşnak milletini, Ortodoks Hristiyan dininden dönmüş Müslümanlaşmış Sırplar olarak gören çarpık anlayışın, Sırbistan’da hâlâ geçerliliğini sürdürdüğünü üzülerek görüyoruz. Her çeşit zulüm ve inkara kaynak teşkil eden bu sapık anlayışın, Belgrad devleti ve SANU tarafından artık terk edilmesinin zamanı geldi. Aslında Boşnak milleti sadece Sırbistan’da değil Hırvatistan’da Karadağ’da da aynı inkar politikalarının baskısı altındadır. Ne yazık ki hem Sırplar hem de Hırvatlar Yugoslavya rejimlerinde sayılarını yüksek göstermek amacıyla her fırsatta Boşnak nüfusa kimliklerini dayatmaya çalıştılar. Son ziyaretle hem Belgrad’a hem de Zagreb’e hükümran olan anlayışların, ırkçı uygulamalardan hâlâ vazgeçmediklerini, Cumhurbaşkanlarının TV’lerde yaptığı açıklamalardan bir kere daha öğrenmiş olduk. Hem Hırvatların hem de Sırpların bu çarpık anlayıştan artık vazgeçerek Boşnakların insan haklarına saygı göstermelerini daha ne kadar bekleyeceğiz?
Son Yorumlar