TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE BOŞNAK MİLLİ KİMLİĞİ
Özellikle Bosna ve Sancak dışında yaşayan Boşnak kökenliler arasında gündemden hiç düşmeyen tartışma konusu Boşnak kimliğidir. 90’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, Boşnak kimliği üzerine süren tartışmalarda yeni tezlerin ve farklı görüşlerin ortaya çıktığına şahit olduk, oluyoruz. Her iki Yugoslavya’nın diktacı baskı dönemleri nihayet son bulmuş, hem anavatanda hem de diyasporada Boşnak dünyası, kendisi ile alakalı her konuyu, özellikle de kimlik konusunu, akademi dünyasını da işin içine katarak özgürce tartışma imkanı bulmuştur.
Boşnak kimliği konusunu doğru bir zeminde müzakere edebilmek için 20. asrın başlarına, hatta Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’te idareyi ele almasına kadar gitmenin uygun olacağını düşünüyorum. 19. asır ortasından itibaren Avrupa’da ulus-devlet fikrinin ve ulus devletlerin öne çıktığına şahit oluyoruz. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti çok uluslu iki büyük devlet olarak asırlarca varlıklarını sürdürmüş, komşu iki büyük güç idi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bünyesinde, çoğunluğu Cermenler, Macarlar ve Slavlardan oluşan yirmiye yakın farklı millet yaşıyordu. Bosna hariç, tamamı Hristiyandı. Osmanlı’daki çeşitlilik ise daha fazlaydı. Avrupa’da, Asya’da ve de Afrika’da geniş bir coğrafyada hükümran olan Osmanlı’da, İslam ve Hristiyanlık dinine mensup farklı diller konuşan, alfabeler kullanan, yirmiden fazla etnisiteye mensup millet yaşıyordu. 20. asır başlarında dünyanın en kalabalık Yahudi nüfusunun yaşadığı Selanik’i de katarsak Osmanlı’daki insani çeşitlilik, yeterince açıklanmış olur, diye düşünüyorum.
Bir dönem, Avusturya-Macaristan’ın bir parçası olan Almanya’nın, Bismarck yönetiminde siyasi birliğini sağlayarak, güçlü bir imparatorluk olarak, Avrupa siyaset sahnesine çıkması, sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı derinden etkilemiştir.
Birinci Dünya Savaşı, Viyana’dan Yemen’e kadar uzanan coğrafyada, asırlar boyu istikrar unsuru olan Osmanlı ve Avusturya-Macaristan yönetimlerine son verdi. Bu iki devletin dağılması sonucunda ortaya, devasa bir siyasi vakum çıktı. Bu boşluğun hâlâ giderilemediğini söyleyebiliriz. Osmanlı’dan koparak kendi ulus devletlerini ilk kuranlar olarak, Yunanistan ve Sırbistan, komşu topraklarına yayılma emelleri sebebiyle ne yazık ki savaş kışkırtıcılığı yapmışlar, istikrarsızlık kaynağı olmuşlardır. Yayılmacı hedeflerinden hâlâ vazgeçmiş değiller. Kıbrıs sorunu ile 92-95 yıllarında Bosna’da yaşanan soykırım ve sürgün felaketlerinin kapanmayan yaraları, bu iddiamızın en çarpıcı delilleridir.
OSMANLI VE AVUSTURYA-MACARİSTAN’IN DAĞILMASI BÖLGEYE HUZUR GETİRMEDİ
Avusturya-Macaristan’ın dağılması ile Macarlar kendi ulus devletlerini kurdular. Çek ve Slovaklar Çekoslovakya’yı kurdular. Fakat Hırvatlar, Slovenler gibi nüfusları yetersiz olan bazı etnik unsurlar siyasi boşluğa rağmen, bağımsız devletlerini kuramadılar. Devlet kurma gücü bulamayan bu unsurların arasında Boşnaklar ve eski Yugoslavya’daki (Kosova ve Makedonya) Arnavutlar’ı da sayabiliriz. Avusturya-Macaristan idaresi altında iken ne Hırvatların ne de Slovenlerin kendi milli kimlikleri ile ilgili endişeleri yoktu. Boşnaklar ise Avusturya idaresi altına düşer düşmez, hem kimlik hem de varlık mücadelesi içine girmek zorunda kaldılar. Bu yıllar Boşnak milli kimliği ile ilgili olarak modern anlamda, ilk ve en önemli adımların atıldığı dönemdir. BEHAR, BOŞNAK, VATAN GAYRET gibi gazeteler vasıtasıyla, Safet Beg Başagiç gibi Boşnak aydınları Boşnak milli kimliğinin inşâsında önemli rol oynadılar.
SIRP-HIRVAT-SLOVEN KRALLIĞI I. YUGOSLAVYA BÖLGEDE İSTİKRAR SAĞLAYAMADI
BOŞNAKLARI SIRPLAŞTIRMA-HIRVATLAŞTIRMA TEŞEBBÜSLERİ
Avusturya-Macaristan yönetiminin sona ermesinden sonra, yani 1. Dünya Savaşı’nın akabinde, Boşnaklarla birlikte Hırvatlar ve Slovenler de varlık ve kimlik mücadelesine girmek zorunda kaldılar. Tüm dünyayı biçimlendirme insiyatifini eline geçirmiş olan, güneş batmayan sömürgeci imparatorluk İngiltere; güney Slavlarını SIRP-HIRVAT-SLOVEN Krallığı adı verilen, başlarında Sırp Karacorceviç hanedanına mensup bir monarkın olduğu yönetimin altına soktular. Başlangıçta parlamenter monarşi olan bu yeni devlet, sonradan Yugoslavya Krallığı adını alacak ve otoriterleşecektir. Bu devlette Boşnaklar da YMO ismindeki siyasi parti çatısı altında, Dr. Mehmed Spaho liderliğinde ciddi bir mücadele verdiler. Ancak soykırım, baskı ve zulümlerin arkası hiç kesilmedi. Tarım reformu ile ekilebilir yüz binlerce hektar toprak ellerinden alındı. Devlet kurumlarından tamamen dışlandılar. Çocuklarının okullarda okumaları kısıtlandı. Bu yıllarda, hem Sırplar hem de Hırvatlar, Boşnakları bir millet olarak kabul etmemek için her yola başvurdular. Sırplar da Hırvatlar da, Boşnakların bir millet olmadıklarını, Osmanlı yönetimine yaranmak amacıyla Hristiyan dininden sapmış Slav olduklarını iddia ediyorlardı. Hırvatlar, Boşnakların İslam dinine mensup Hırvat oldukları (Hırvatsko cvijece) iddiası ile nüfuslarını ve siyasi etkilerini artırmak istiyorlardı. Sırplar ise, Boşnakların, aslında Sırp olduklarını, fakat Osmanlı’ya yaranmak için dedelerinin dinini para karşılığı satarak sapıttıklarını, dolayısıyla onların gerçekte Sırp olduklarına inanıyorlardı. Sırpların, Boşnaklar için uydurdukları aşağılayıcı bir deyim de P. P. Negoş’un dağ çelenginde dile getirdiği POTURİCA tabiridir. Bunun tam Türkçe karşılığı bir kelime bulamadım. Ancak Poturica’yı şimdilik “dönme” kelimesi ile ifade etmeye çalışalım.
Birinci ve İkinci dünya savaşları felaketlerinin yaşandığı 20. yüzyılın ilk yarısı siyasi anlamda olduğu kadar bilim teknoloji alanında önemli değişikliklerin yaşandığı ve bir sürü yeni buluşun ve siyasi-felsefi akımın ortaya çıktığı ve dünyayı etkilediği bir zaman dilimidir. İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği batılı sömürgecilerin fikir ve düşünce dünyasına da hâkim oldukları gerçeği ile karşı karşıyayız. Sömürgecilikle dünyada oluşan dengesizliğe ve gelir adaletsizliklere karşı Marksist-Leninist fikirlerin etkisinde organize olan komünist partiler geniş halk kitleleri içinden taraftar bulmakta zorlanmadılar. 1917 de V. İ. Lenin önderliğindeki Komünist Partisi, gerçekleştirdiği halk hareketi ile Rusya’da iktidarı ele geçirdi ve Sovyetler Birliği adı altında dünyada söz sahibi güç haline geldi. Yeni rejimini yayma çalışmalarına başladı. Sosyalizm gibi ideolojik akımların yanında liberalizm, faşizm, pozitivizm ve materyalizme dayalı fikir akımları, laiklik ve demokrasinin gelişimi, Hristiyanlıktan kaynaklanan dini inanışları ve dini kurumları kökünden sarstı. Daha önce Protestanlık sebebiyle otoritesi sorgulanan VATİKAN etkisini kaybetmeye devam etti. Osmanlı ve onun coğrafyasında yaşayan Hristiyanların yanında Müslümanlar da bu global fikir akımlarından ciddi manada etkilendiler. Geleneksel Osmanlı hukuk sistemi ve yaşam tarzı o günün şartlarında çok dinli toplumun bazı ihtiyaçlarına cevap veremedi, o güne kadar ortaya çıkmamış yeni sosyo-ekonomik problemlerle yüz yüze kaldı, çözüm üretemedi. Bu gelişmelerin neticesinde Müslüman toplumlarda bile devlete ve İslam ulemasına duyulan güven azaldı. Günlük yaşam tarzı, giyim kuşam ve fikir- sanat dünyası büyük çapta Batı etkisine girdi. İlericilik, refah ve zenginlik Batı ile özdeş hale geldi. Bu yaşananları kısaca özetlemek mümkün: Alafranga, alaturkaya galip geldi. Daha başka bir deyişle ifade edecek olursak Londra, Paris, New York, İstanbul’u, Bağdat’ı, Kahire’yi ve Medine’yi bünyesinde tek çatı altında tutan Osmanlı-İslam coğrafyasını parçalara böldü ve mağlup etti.
BATI-DOĞU BLOK ÇATIŞMASI ARASINDA SIKIŞAN MİLLET: BOŞNAKLAR
Boşnak kimliğini anlatmak için bu kadar uzatmaya gerek var mıydı diye soracak olursanız, cevabım “evet” olacaktır. Boşnakların Avrupalı olmasının yanında Hristiyan olmamaları komşularının kafalarını karıştırıyordu. Hristiyan-Batı dünyası ile Doğu-İslam medeniyeti arasındaki ilişkileri doğru ve anlaşılır bir zemine oturtamazsak Boşnak milli kimliğini ve en önemlisi de, 90’lı yıllarda Yugoslavya’daki kanlı parçalanmayı anlatmanın da, anlamanın da zor olacağını düşünüyorum. Şimdiye kadar arz etmeye çalıştığımız gelişmeler, bir çok milli kimliğin oluşmasına katkı yaptığı gibi, Boşnak kimliğinin oluşumunda da rol oynamıştır. İslam medeniyeti coğrafyasının iyice pasifleştiği, çok dağınık olduğu bir zaman diliminde, ilhamını İslam’dan alan, önemli çapta Osmanlı kültürü ile yoğrulmuş, Boşnak kimliğinin öne çıkamamasını, kendini ifade edememesini anlamak, izah etmek kolaylaşır.
90’lı yıllarda Bosna-Hersek’te yaşanan kanlı olaylar; Batıdaki fikir dünyasını, AB’yi BM‘yi derinden etkiledi. Dünya gündeminden düşmedi. Aynı düşünen bazı insanları farklılaştırırken, eskiden birbiri ile taban tabana zıt düşünen bazı görüş sahiplerini uzlaştırdı. ABD dış politikasını oluşturan kurumlarda ciddi tartışma ve anlaşmazlıklar su yüzüne çıktı. Anlaşmazlığın ana konusu; Avrupa’daki Boşnak Müslüman milletine ve Bağımsız Bosna-Hersek devletine karşı alınacak tavır etrafında dönüyordu. Bir taraf konuyu insan hakları bağlamında düşünerek Bosna’ya tam destek vermeyi savunurken, diğer taraf Bosna’ya İslami kimliği sebebiyle şüphe ile yaklaşıyordu. Miloşeviç’in “Avrupa’yı radikal İslam’dan koruyorum,” iddialarının etkisinde kalıyordu. Dünya fikir arenasında devam eden yoğun tartışmaların sonunda, Huntington tarafından MEDENİYETLER ÇATIŞMASI tezinin yazılması bu döneme (1993) rastlamıştır. Bu makalenin o yıllarda fikir dünyasında ne kadar çok tartışıldığını anlatmaya gerek yok, diye düşünüyorum.
Benim anlayışıma göre Boşnak kimliğinin oluşumuna etki eden en önemli faktörlerin başında, Osmanlı’nın yönetiminin sona ermesinden bu tarafa, 100 yıldır bitmeyen varlık mücadelesidir. Doğudan ve batıdan Boşnakları asimile etmek ve yok etmek amaçlı silahlı ve silahsız saldırılar hiç ara vermedi. Boşnak milletinin, iki düşmanın saldırılarına gösterdiği direnişi iyi analiz edip doğru değerlendirmek gerekir. “Peki komşuları ile anlaşıp barış içinde yaşamak gibi bir alternatif var mıydı?” dediğinizi duyar gibiyim. Böyle bir ihtimal keşke olsaydı ama maalesef ne yazık ki hiç mevcut olmadı. Sırp ve Hırvatlar kadar birbirinden nefret eden Avrupa’da başka iki millet bulamazsınız. İki bin yıl boyunca birbiri ile barış içinde yaşamayı beceremeyen bu iki komşu arasında yaşama zarureti, Boşnak milletinin talihsizliğidir. Boşnak Milleti komşuları ile iyi geçinmek için her zaman gayret etti çabaladı. 1941-45 yılları arasında Bosna’da, NAZİ güdümündeki, ırkçı NDH rejiminin Sırp ve Yahudilere uyguladığı zulumlere (JASENOVAC) karşı mazlum komşularını topyekün bir şekilde savunan millet Boşnaklar oldu. İslam meşihatı önderliğinde, insanlık adına verilen bu kahramanca mücadelenin örneğine işgal altındaki Avrupa’nın hiçbir yerinde rastlayamazsınız.
SOSYALİST YUGOSLAVYA KRALLIK YUGOSLAVYA’SININ YANLIŞLARINI DEVAM ETTİRDİ
Bosna-Hersek coğrafyası tarihi boyunca farklı milletlerin dinlerin ve kültürlerin barış içinde yaşamayı benimsemiş, hatta bu farklılığı her yönü ile sindirmiş, dünyaya örnek gösterilecek bir toprak parçasıdır. Osmanlı’dan önce de mevcut olan bu yaşam tarzı Osmanlı ile birlikte tamamen yerleşmiş, kurumsallaşmıştır. 5 asırlık tarih sürecinde bu anlayışın, Boşnak milli kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğine bilhassa vurgu yapmak istiyorum. Boşnakları, komşusu saldırgan ırkçılardan ayıran en önemli unsur budur. Bu inceliği anlayamayanların Boşnak kimliğini anlamalarını da mümkün görmüyorum. Alija İzetbegoviç’in gerek yazdığı kitaplarda, gerekse verdiği mücadelede, bu ana fikri savunmaktan bir an bile tereddüt etmediğine dikkat çekmeliyim. Onun Bilge Kral olmasında felsefi görüşün payının etkili olduğunu düşünüyorum.
Komünist Yugoslavya ve TİTO, NAZİ’lerin Yugoslavya’yı işgal etmesinden sonra temel insan haklarını esas alan bu anlayışı (RAVNOPRAVNOST NARODA İ NARODNOSTİ, BRATSVO-JEDİNSTVO: Milletlerin eşitliği ve birlik-kardeşlik doktrini) çıkararak Bosna-Hersek’ten başlayarak, Yugoslavya birliğini sağladı, iktidara geldi. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın bitimi ile Tito ve yakın çevresinde yer alan sözde antifaşist-komünist Sırp ve Hırvat kadro, gizli tuttukları düşmanlıklarını açığa vurdular. 6 federal cumhuriyeti kabul ederken Boşnak kimliğini bile bile inkar ettiler. Yıllardır savundukları evrensel prensipleri çiğnediler. Krallık Yugoslavya’sının Müslümanlara uyguladığı geleneksel hâle gelmiş olan, zulümleri aynen devam ettirdiler. Tito da, 1943 yılında 1. Ve 2. AVNOJ’da en fazla güç aldığı Bosna-Hersek devletini tanıdı ama, Boşnak milletinin inkarına göz yumdu, sessiz kaldı. Bunu niçin yaptığını bilmiyoruz. Buna rağmen Boşnaklar onu sahiplendi ve destek verdi. 1974 yılındaki anayasa değişikliği ile Boşnakların, MÜSLÜMAN adı altında tanınmış olması gecikmiş de olsa bir hakkın teslimi olmuştur. Zamanla anlaşılacağı üzere Tito, bu hakkın teslimini Boşnakları sevdiği için değil, Sırp ve Hırvat milliyetçilerini dengelemek ve kontrol altında tutmak için yapmıştır. Dzemal Bijediç başbakan olmasaydı, bağlantısızlar hareketi başlamasaydı, Hırvat baharı Yugoslavya’yı parçalanmanın ve dağılmanın eşiğine getirmişti. Yugoslavya kamuoyundan saklanan bu gerçeği daha fazla gizlemenin manası yok.
Komünist Yugoslavya, Boşnakları Sırplar Hırvatlar gibi eşit bir millet olarak asla görmek istemediği için, onları daha çok dini bir cemaat statüsü içinde mütalaa etmiş, böyle bir isimlendirme yolunu tercih etmiştir. Mesela o dönemde dünyaca tanınan, Derviş ve Ölüm adlı eseri ile öne çıkan Boşnak yazar Meşa (Mehmed) Selimoviç Belgrad’da Sırp Yazarlar Birliği başkanlığına getirilmiş, sonra da dünyaya “Yugoslav Yazar” olarak lanse edilmiştir.
Dil ve tarih, milletlerin kimliğini oluşturan önemli ögelerdir. Tarihi başarılar, kahramanlıklar kollektif moral ve güç kazandırır. Yeni nesilleri bu kahramanlıklarla tanıştırır yetiştirirseniz, onlara kuvvetli bir milli bilinç aşılarsınız. Osmanlı sarayında her zaman imtiyazlı bir statüye sahip olan Boşnak kimliği ile, dünya çapında tarihi şahsiyetler yetişmiş ve arkalarında silinmez eserler bırakmışlardır. Üç Osmanlı padişahına sadrazamlık yapan SOKULLU MEHMED PAŞA ve Kanuni Sultan Süleyman’ın hakkında ferman yayınladığı çağının bilim ve sanat dünyasına damga vuran MATRAKÇI NASUH’la şimdilik yetinelim.
Ne kadar unutturulsa, hatta yasaklansa da, Boşnakların zengin bir tarihi vardır. Her gün yenisi yayınlanan eserlerle bu tarihle daha fazla tanışıyoruz. Sanat alanındaki eserlerle oluşan kültürel kimlik de milletlerin çok önemli diğer bir güç kaynağıdır. Almanlar için Mozart ve Beethoven’ın ne kadar önemli bir övünç kaynağı olduğunu söylemeye gerek yoktur. Aynı şekilde Boşnak milleti için Sevdalinka olarak bilinen müzik türü ve onun ustaları Himzo Polovina, Zaim İmamoviç ve Safet İsoviç ve daha bir çoğu önemli iftihar kaynaklarıdır. Bu anlamda Boşnaklar bir milleti, millet yapan tüm unsurlara fazlasıyla sahiptir. Bölgede kendini millet saydırmayı başaran ve bağımsız devlete sahip olan Karadağlılara ve Makedonlara göre Boşnaklar her yönüyle millet olmayı fazlasıyla hak etmektedirler.
DÜNYA BOŞNAK KONGRESİ VE ASIRLIK İNKARIN SONU
27-28 eylül 1993 tarihi Boşnak dünyası ve Bosna-Hersek devleti için tarihi bir dönüm noktasıdır ve çok önemlidir. O günü Boşnak dünyasının yaşayan en tanınmış kanaat önderleri, otoriteleri, aydınları, siyasileri BİRİNCİ DÜNYA BOŞNAK KONGRESİ adı altında Sarajevo’da toplanmıştır. Bağımsızlık için sürdürülen silahlı mücadelenin geleceği ve barış görüşmeleri masasında alınacak tavır üzerine söyleyecek sözü olan herkes görüşlerini açıklama imkanı buldu. Bir çok yönü ile 1920’li yıllardaki TBMM‘ye benzeyen buluşmada bir milletin geleceği ile ilgili herkes son sözünü söyleyecekti. Bu tarihi toplantı, Yazar ALİJA İSHAKOVİÇ’İN yaptığı uzun konuşma ile açıldı. Tarihten günümüze, çok sayıda konuşmacı güncel ve tarihi bir çok olaya temas etti. İki gün kesintisiz devam eden kongrede, ilgili herkes söz alma imkanı buldu. Ancak akılda kalacak olan en önemli karar BOŞNAK isminin tartışmasız kabul edilmesidir. Müslüman kelimesi ile dini bir azınlık cemaat olmaktan kurtulan Boşnak milleti, İslamı değil, azınlık bir dini cemaat olmayı reddetmiştir tarihin çöplüğüne atmıştır. Boşnak milli ismini benimseyerek, iki komşusuna karşı eşit millet statüsü kazanmıştır. Diyasporada uzun yıllar BOŞNAK isminin kabulu için mücadele veren ve İsviçre Zürich’ te BOŞNAK ENSTİTÜSÜ isimli kurum üzerinden milletine emsalsiz hizmetler yapan ADİL ZULFİKARPAŞİÇ’i takdir ve minnetle anmak gerekir.
AVNOJ ile sınırları çizilen federal Bosna-Hersek devletinin sınırları bağımsızlık referandumu için esas kabul edilmiş ve 1 Mart 1992’de sonucu açıklanan referandumla Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etmiştir. 2. AVNOJ’da yani Yugoslavya’nın 6 federal devletinden birisi haline gelen Bosna-Hersek’e bağımsızlık yolu o zaman açılmıştı. Bu yolun açılmasında Tito’nun katkılarını unutmamak lazım. Bosna’ya bağımsızlık veren Tito bu kararla, kendine Yugoslavya’nın tamamına hakim olma yolunu da açmış oluyordu.
BOŞNAKLARIN MÜCADELESİ IRKÇILIĞI DEĞİL İNSAN HAKLARINI KORUMAYI ESAS ALMIŞTIR
Çok sıkıntılı geçen ilk iki yıldan sonra 1995 yılına gelindiğinde Boşnak Milleti maddi manevi her alanda güç kazanmış olarak saldırgan düşmana karşı galip gelme yolunda ilerlemeye başladı. BM, ABD ve AB 1992’de saldırganlara karşı göstermediği kararlı tavrı topraklarını her geçen gün düşmandan temizleyen Bosna-Hersek ordusuna karşı gösterdi. Göstermelik bombalama seansları ile ırkçı işgalcilere karşıymış gibi tavırlar inandırıcı değildi. Oldu-bittilerle düşman güçlerini yenmekte olan Bosna-Hersek ordusu durduruldu. Sonrasında ülke topraklarının yarısı saldırganların kontrolüne zor kullanılarak adeta hibe edildi. Uluslararası camia Bosna’daki çatışmalardan kimsenin galip gelmemesinde ısrar ederek soykırım sabıkalı canileri kollayarak büyük bir hata işledi. Boşnak milleti ırkçı saldırgan bir tavır içinde hiçbir zaman olmadı. Hiçbir insanı ırkından veya dininden dolayı dışlama hatasını işlemedi. İnsanlığın parlamentosu olması gereken BM sadece temel insan hakları ve vatanı için savaşan Bosna-Hersek ordusunu soykırım yapan saldırganlarla bir tuttu. 2007 yılında Lahey Adalet kararı ile soykırım yaptıkları sabit olan canilere DAYTON anlaşması ile devlet içinde devlet olma imtiyazı tanıdı.
BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ İLE BOŞNAKLAR MİLLİ RÜŞDÜNÜ İSPAT ETTİ SONRA DA DÜNYAYA TANITTI
Yugoslavya’dan Türkiye’ye geldiğimiz ilk yıllarda kim olduğumuzu, ve Türkiye’ye niye geldiğimizi anlatmakta güçlük çektiğimizi hatırlıyorum. Hele yakın komşularımız Türkçe bilmememize hayret ederlerdi. Hatta Türkçe bilmediğimizin farkına varınca, Müslüman olup olmadığımızı veya ne zaman Müslüman olduğumuzu sorgularlardı. Ancak gün görmüş bilgili okumuş bazı kişilerden Boşnak olduğumuzu duyduk öğrendik. Peki bu Boşnak kelimesini biz neden bilmiyorduk diye çocuk yaşta olmama rağmen kendi kendime sorduğumu bugün gibi hatırlıyorum. Büyüklerimizin de bu konuda yeterli bilgiye sahip olmaması konuyu daha da anlaşılamaz hale getirirdi. Yugoslavya’da ve dünyanın dört bir tarafında yaşayan milyonlarca insanın milli isminden habersiz yaşamasının izahını hangi sosyal bilimci nasıl yapar, anlamak mümkün değildir. Bağımsız Bosna-Hersek devletinin varlığı dünyanın neresinde olursa olsun her Boşnak insana milli şahsiyet kazandırmıştır. Artık her birimiz göğsümüzü gere göre milli ismimizi telaffuz etmekten iftihar ediyoruz. 1992-95 yılları arasında verilen mücadele boyunca Müslüman Boşnak olmayan ve Bosna’yı vatanı kabul eden herkesin insan haklarının ihlal edilmemesi için azami gayret gösterilmiştir. Bosna-Hersek sadece Boşnakların değil ona saygı gösteren herkesin devletidir, prensibinin hayata geçmesi sağlanmıştır. Irkçı eğilimlere kapılmamış Sırp Hırvat ve diğer vatandaşlar da ekonomik sıkıntılara rağmen, insan haklarına ve kendilerine ait tüm değerlere azami özen gösterilen bir ülkede yaşadıklarını hissedeceklerdir.
SANCAK VE DİYASPORADA YAŞAYAN TÜM BOŞNAKLAR KİMLİKLERİNE DERHAL SAHİP ÇIKTI
Bosna-Hersek’in bağımsızlığını korumada gösterdiği başarı eski Yugoslavya’daki topraklarda yaşayan tüm Boşnaklar tarafından büyük bir sevinçle karşılandı. Özellikle Sırbistan-Karadağ’da, Sancak’ta yaşayan Boşnaklar Bosna’ya yardım etmekte ve milli kimliklerine sahip çıkmada hiç tereddüt etmediler. Devamında Türkiyede yaşayan Boşnak asıllı göçmenler derneklerinin isimlerindeki Yugoslavya ismini kaldırarak Bosna-Sancak’a çevirdiler. 11 mayıs 1991’de kurulan MNVS (SANCAK MÜSLÜMAN MİLLİ KONSEYİ) ile üç hilalli üç zambaklı bayrak resmen kabul edildi. Boşnaklar bu sembolü kısa zamanda sahiplendi, benimsedi. Miloşeviç rejimi bu kurumu ve Boşnak kimliğini inkara devam etti. Senelerce süren inkar en sonunda bitmek zorunda kaldı. Belgrad rejimi istemeye istemeye razı oldu ve tanıdı. Daha sonra Boşnak Milli Konseyi BNV adını alacak olan bu kurum Sancak’ta yaşayan Boşnakların en üst temsil organı haline gelmiştir. 2011 de yapılan nüfus sayımında Boşnak milli kimliği konusundaki tüm tereddütler ortadan kaldırılmıştır. 2012 yılından beri Boşnak Milli Konseyi Sancak’ta okutulan ders kitaplarının bir kısmını kendi görüşleri doğrultusunda yazdırarak, okullarda okutulmasını sağlamıştır. Eğitim alanında yüzyıl sonra gelen bu başarı Boşnak milletinin Sancak’ta kendi öz kimliği ile ebediyen yaşayacağının garantisidir.
Son Yorumlar