Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar gibi, dünyanın savaş ve krizlerle anılan bölgelerinden biridir. Bölgede asırlar süren Osmanlı hakimiyeti döneminde çok kültürlü ve çok dinli yapının aynen korunduğunu bir kere daha hatırlatmak gerekir. Osmanlı idaresinin sürdüğü zamanlar boyunca Avrupa-Hırıstiyan dünyasi ile Osmanlı-İslam dünyası savaş ve mücadelelerini balkanlarda yapmıştı, bölge ne yazık ki hala barış ve istikrara kavuşabilmiş değil. Birinci dünya savaşı sonunda, iki çok uluslu imparatorluk olan Osmanlı ve Avusturya-Macaristan’ın dağılması ile ortaya çıkan ulus devletler de, farklı ve çok çeşitli etnik ve dini yapıya sahip balkan insanına, barış ve huzur getiremedi. Osmanlı’ya karşı asırlarca savaş veren Hırıstiyan Avrupa’nın müttefiki unsurların, düşmanlık duyguları, bölgenin yerlisi, Müslüman milletlere yöneldi. Balkan savaşları öncesi ve sonrasında kurulan devletler balkanların yerlisi, Müslüman milletlere istenmeyen hatta düşman unsurlar muamelesi yaptılar. Bu muameleler, kimlik inkarı, zorunlu göç bazen de soykırım olarak ortaya çıktı. Bölgede kendine hayat hakkı bulamayan, Müslüman Türkler, Boşnaklar ve Arnavutlar, çareyi Türkiye topraklarına sığınmakta buldular. Balkan harpleri öncesinde, balkanların bir çok şehir ve kasabasında çoğunluk nüfusu oluşturan Müslüman milletlerin, yaşanan göç ve soykırımlar sonunda azınlığa düştüğünü görüyoruz. 20. Asır balkan Müslüman dünyası için tam bir felaket asrı olmuştur. Hatta baskı ve zulumlerin hala sona ermediği, 1992-1995 yılları arasında Bosna-Hesek’te yaşanan kanlı olaylarla bir kere daha ortaya çıktı.
Birinci dünya savaşı sonrasında galip devletler safında yer alan Sırbistan, İngiltere ve Fransa’nın desteği ile, diğer Slav kökenli Hırvat ve Slovenlerle birlikte tek bir devlet çatısı altında birleştirildi. Zamanla Yugoslavya adını alacak olan parlamenter monarşik yapıdaki bu devletin başında, Sırp KARADORDEVİÇ hanedanına mensup bir kral vardı. Yeni kurulan ve birinci Yugoslavya adı ile anılan bu devlette Sırp ve Hırvatlardan sonra üçüncü en büyük nüfusa sahip olan Boşnakların, insani ve siyasi haklarının yok sayıldığını, hatta onlara, Sırp ve Hırvat kimliklerinin zorla dayatılmak istendiğini görüyoruz. Bölgede ortaya çıkan ulus devletlerin aksine, farklı ve yeni bir model olan krallık Yugoslavya’sında Boşnaklar, hayatta kalabilmek ve hakları için ciddi bir mücadele vermek zorunda idiler. Varlıklarını korudular ancak siyasi ve ekonomik haklarını elde etmede, başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Osmanlı mirası toplum yapısının korunduğu bu yıllarda Belgrad rejimi, Boşnakları Osmanlı İslam kimliğinden uzaklaştırma amaçlı asimilasyoncu tedbirleri uygulamaya koymuştur. Osmanlı dönemi yönetimlerin baskıcı tutucu ve gerici olduğu ders kitaplarına kadar inmiştir. Avrupa’nın hızla 2. Bir dünya savaşı felaketine sürüklendiği bu dönem, insan haklarının bir kenara atıldığı, saldırgan ırkçı faşizmin yükselişe geçtiği yıllardır. Balkanlarda yükselen bu saldırgan milliyetçiliğin kurbanı Müslüman milletler olmuştur. Sancak’ın asırlık hak mücadelesi ismini verdiğimiz bu eserde, saldırgan milletçiliğe ve devlet destekli bu asimilasyoncu politikalara karşı mücadelenin nasıl verildiğini anlatmaya çalıştık.
İki dünya savaşı arasındaki dönemde gerek Bosna’da gerek Sancak’ta, Boşnak milletinin verdiği mücadelenin ne tür safhalardan geçtiğİni okuyucuya sunmaya çalıştık. Yugoslavya devletinde Sırp ve Hırvatlar arasındaki ezeli düşmanlık Boşnaklara yaramış olsa da, Hırıstiyan milletlere göre Boşnakların ikinci sınıf vatandaş oldukları, özellikle toprak reformu üzerinden ciddi kayıp yaşadıklarını ifade edebiliriz. Bosna’dan kopuk vaziyette dağınık bir şekilde yaşayan Sancaklı Boşnakların üzerindeki baskıların daha fazla olduğunu ifade edelim. 1924 yılında Güney Sancakta yaşanan ŞAHOVİÇİ soykırımı daha sonra gelecek çok daha büyük felaketlerin habercisi gibidir. Osmanlı’nın dağılmasından sonra uluslar arası anlamda diplomatik ve siyasi hiçbir desteğe sahip olmayan Boşnak milleti sonu gelmeyen felaketlerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. 20. Asrın başlarından günümüze kadar 4 nesilden her biri iki, hatta bazıları 3 soykırıma maruz kalmıştır.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE BOŞNAKLAR
Alman savaş makinasının Polonya’ya saldırı ile başlattığı 2. Dünya savaşı, Balkanlara 1941 yılında geldi. İngiltere ile Almanya arasında kararsız bir politika izleyen Belgrad rejimi, 1941 yılının nisan ayında Almanya ve müttefiklerinin işgaline uğradı, ordu dağıldı, devletsiz kalan Sırp kralı İngiltere’ye sığındı. Hitler ve müttefikleri fazla bir direnişe uğramadan ufak tefek kayıplarla 10 gün içinde tüm Yugoslavya’yı kolaylıkla kontrol altına aldılar. Ancak İngiltere destekli başta Yugoslavya komünist partisi ve bazı guruplar az da olsa işgalcilere karşı direniş örgütlemenin peşinde idi. Hitler’in Sovyetlere saldırmasından sonra illegal bir örgüt olan Yugoslavya Komünist Partisi, halkı işgalcilere karşı silahlı direnişe çağırdı. 1943 yılında NAZİ işgalcilerine karşı güçlenmeye başlayan ANTİFAŞİST hareketin Bosna-Hersek merkezli olarak gittikçe güçlendiğine şahit oluyoruz. Bir zamanlar Stalin’in casus okulunda devrim ihracı okulunda, eğitim gören TİTO önderliğindeki Yugoslavya partizanları, en önemli zaferlerini Bosna’da kazandılar. Bosna’nın Çoğunluk nufusunu oluşturan Boşnakların, bu harekete çok önemli destek sağladıkları gerçeğine dikkat çekmek gerekir. Boşnak ve Arnavutlar çetnik saldırlarına direnmek amacıyla çareyi Partizanlara katılmakta bulmuşlardır. Tito Müslümanlara bir sürü vaatler yaptı. Birlik kardeşlik doktrini ile ifade edilen bu vaatler inandırıcı idi. canlarını garanti ettiklerini gören Boşnaklar kitleler halinde partizanlara katıldılar.
İkinci dünya savaşından galip çıkan İngiltere-ABD–Rusya’ dan oluşan müttefikler Almanya’yı kayıtsız şartsız teslim aldıktan sonra YALTA’da dünyayı nüfuz bölgelerine ayırdılar. Müslüman Boşnaklar uğruna can verdikleri, kan döktükleri Sosyalist Yugoslavya’ya barış geldikten büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Kandırıldıklarını fark ettiler ama yapacak bir şey yoktu. Devletin tüm kademelerinden dışlandılar Belgrad ve Sırp lobisi tabiri caizse devlete ait her şeye el koydu. İşgalcilere karşı süren savaş boyunca kimlikleri hiç problem olmazken, sıra iktidar paylaşımına geldiğinde, Osmanlı mirası Müslüman kimlikleri gerekçe gösterilerek dışlandılar, hatta ciddi baskılara uğradılar. Özellikle Makedonya, Kosova ve Sancak’ta yaşayan Türkler Arnavutlar ve Boşnaklar çok ciddi devlet baskılarına maruz kaldılar. Bu baskı ve zulumlerden bahsetmek bile yasaktı. Kapalı rejim bu insan avına 1970 li yıllara kadar devam etti. Adı geçen üç bölgede yaşayan ve baskılara dayanamayan sayıları çeyrek milyona varan, Boşnak, Arnavut ve Türk vatanlarından Türkiye’ye sürgün edildi. BM ve Batı dünyası yaşanan bu zulumlerle hiç ilgilenmedi, tamamen seyirci kaldı. Türkiye de gelen göçmenleri kabul dışında hiçbir tepki göstermedi. Benzer sürgünler hem Yunanistan hem de Bulgaristan’dan kesintisiz devam etti. İnsan hakları evrensel beyannamesinin balkanlardaki Müslümanlar söz konusu olduğu zaman anlamsız boş bir temenniden ibaretti. Yugoslavya soğuk savaş yürüten her iki tarafın (nato ve warşova) da uydusu olmadı. Trafsız kalmayı başardı. Devlet yapısını sosyalizme göre dizayn etmesine rağmen TİTO 1947 yılında Stalin’le de tüm irtibatı kesti. Sovyetlerin askeri paktı Varşova’da yer almayı reddetti.
Sosyalist rejimi sebebi ile batı dünyası ile entegre olamayan TİTO ve Yugoslavya, Hindistan Başbakanı Nehru ve Mısır devlet başkanı C. Abdunnasır ile birlikte bağlantısızlar hareketi olarak tanınan evrensel bir hareket başlattı ve bir dönem bu harekete katılan ülke sayısı yüze yaklaştı. TİTO sadece Yugoslavya çapında değil, evrensel çapta bir politika sihirbazı olduğunu böylece ispat etmiş oluyordu. Özetle, Yugoslavya’da yaşayan Boşnak ve diğer Müslüman milletler için son söz olarak şunu söyleyebiliriz. Sosyalist rejime giden yolda antifaşist silahlı direniş sürerken mücadeleye büyük katkılar sağlayan Boşnak milleti sonunda kimliği ve varlığı inkar edilen bir dağınık siyasi hiçbir gücü olmayan bir kitle olarak muamele görmüştür. 20 yıl sonra Müslüman adı altında bir kimliğe kavuşabilen Boşnaklar, baskıcı ateist asimilasyoncu devlet politikalarına maruz kalmışlardır.
DAĞILAN YUGOSLAVYA VE BOŞNAKLARIN ASIRLIK MÜCADELESİ
Üç bölümden oluşan kitabımızda üçüncü ve son bölümünü 1990 yılında Yugoslavya’nın dağılması ile başlattık. Aslında 1980 de TİTO’nun ölümü ile Sosyalist Yugoslavya dağılma sürecine girmişti. Ancak o günün dünya konjonktürü, ikinci dünya savaşı sonrası kurulan dünya düzenini korumaya yönelikti. Bu sebeple 1971 de Hırvat diyasporasının başlattığı Hırvat baharı teşebbüsü, TİTO tarafından sert bir şekilde bastırılmıştı. Ancak SSCB lideri M. Gorbaçov’un ilan ettiği, ancak uygulamaya koyamadığı GLASNOST ve PERESTROYKA hareketi Sovyetler Birliğinin sonunu getirdi. Önce Macaristan’da sonra da 1968 de Çekoslovakya’da başlayan Moskova’ya direniş teşebbüsleri 80 li yıllarda Polonya’da zirveye çıktı. Avrupa’da, Moskova’ya uydu olmaktan bıkan devletler birer birer kendi kaderlerini ellerine aldılar. Bunu gören doğudaki Azerbaycan gibi diğer ülkeler de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kansız bir şekilde gerçekleşen Sovyetlerin dağılma süreci, dünyaya derin bir ohhh çektirdi. Konumuzla alakası olması sebebiyle, Sovyetlerden kopan Çekoslovakya, kısa bir zaman sonra Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrı iki bağımsız devlete dönüşecekti. Taraflar bu ayrılığı şampanya ile kutladılar. Şimdi sırada Yugoslavya vardı. Ama ne yazık ki Yugoslavya’nın dağılışı Sovyetlerinkine hiç benzemedi.
1989 yılında Kosova meydan muharebesinin 600. Yıldönümünde Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan MİLOŞEVİÇ’İN Gazimestan meydanında verdiği mesaj gelen kanlı olayların habercisi idi. Dünyanın siyasetine yön veren ABD ve AB gibi batılı egemen güçler, Miloşeviç’in taraftarlarına verdiği savaşa hazır olun mesajını ne kadar anlayıp anlamadığını tarihe bırakalım. Ancak 28 haziran 1989 günü Gazimestan’da verilen mesaj gayet açıktı. Savaş kaçınılmazdı. Savaşın anahtarı da Belgard’da Miloşeviç’in elinde idi. Yugoslavya’daki kanlı silahlı çatışmaların bir numaralı sorumlusu Sırbistan ve onun lideri Slobodan MİLOŞEVİÇ’TİR. Büyük Sırbistan idealine inandırılmış kitleler medyanın etkisi ile savaştan başka çıkar yol olmadığına inandırılmıştı. Eski Yugoslavya’nın ordusu, diplomasisi, istihbaratı, ve güçlü devlet firmaları tamamen Miloşeviç’in kotrolu altına girmişti. Bu silahlı güçleri sinsice eline geçiren Miloşeviç, diğer federal cumhuriyetlere silah tehdidi ile diz çöktüreceğine inanıyordu. Ancak Almanya’yı arkasına alan Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını dünyaya kabul ettirince Belgrad’ın tehdidinden kurtulmayı başardılar. Ancak Bosna-Hersek bünyesinde % 30 varan Sırp nufus sebebi ile bu tehdidden kurtulamadı ve 1992-95 yılları arasında yaşanan felaket bu şekilde ortaya çıktı. Bosna-Hersek devleti bağımsızlığı kurtardı ama Bu felaketlerden kaçamadı ve bu felakatin izleri hala silinebilmiş değil, uzun yıllar geçse de silineceğe benzemiyor.
Kıbrıs adası büyüklüğündeki bir alandan oluşan Sancak bölgesi Sırbistan’la Karadağ’ın arasında yer alıyor. 400.000 cıvarında nufusun yaşadığı bölgede % 75 cıvarında bir Boşnak nufus yaşıyor. Birinci dünya savaşı devam ederken 1917 yılında SENİÇE KONFERANSI ile siyasi haklarını koparmaya çalışan Sancak Boşnak milleti, ne yazık ki hedefine ulaşamadı ve Krallık Yugoslavya’sında her çeşit haklardan mahrum bir şekilde yaşamak zorunda kaldı. Benzer bir teşebbüs 1943 yılında bir kere daha denendi, ancak Komünist rejim 20 kasım 1943 günü ilan edilen otonomi kararını hiçbir gerekçe göstermeden 1945 yılında fesh etti. Boşnak milletinin hakları için mücadele veren yüzlerce Boşnak aydını vahşice katledildi. Adlarının anılması bile suç sayıldı. 26-27 ekim 1991 günü otonomi için yapılan referandum Sancak Boşnak milletinin hakları için yaptığı mücadelelenin son adımıdır. Ancak Belgrad rejimi Sancak Boşnak milletinin en doğal insani ve siyasi haklarını vermemek için direnmeye devam ediyor. Daha önceki hak arama teşebbüslerinde uluslararası destek bulamayan Boşnaklar bu sefer yalnız değil. Her şeyden önce dünyadaki Boşnak diyasporasının ve Türkiye’nin kararlı desteğini arkasına almayı başaran Sancak Boşnak milletinin özgürlük yürüyüşü bu sefer mutlaka başarıya ulaşacaktır.
Son Yorumlar