TÜRKİYE VE BATININ BALKAN POLTİKALARI NE KADAR UYUMLU ?
2. Dünya savaşı sonrası kurulan ABD merkezli yeni dünya düzeninde Türkiye, batı dünyası ile bütünleşmeyi tercih etti. Bu tercih neticesinde NATO askeri ittifakı içine dahil oldu. Soğuk savaş yılları boyunca Türkiye’nin dış politikası ABD ve NATO’ya endeksli hale geldi. Avrupa Birliğinin oluşum yıllarında başlayan tam üyelik hedefli devlet politikalarının, gelen tüm hukümetler tarafından devam ettirildiğini söyleyebiliriz. Bu devlet politikalarının gereği olsa gerek, Adalet ve Kalkınma partisinin ilk hukümeti de 2004 yılında AB ile tam üyelik müzakerelerini başlattığına işaret etmek isterim. Doksanlı yıllarda Sovyetler Birliğinin dağılması ile girilen yeni süreçte Türkiye’nin soğuk savaş yıllarından devraldığı dış politikanın ufak tefek değişiklikler dışında aynen devam ettiğini söylemek yanlış olmaz.
Zamanla özellikle 15 temmuz darbe girişiminin bastırılmasından sonra batılı müttefiklerimizin Türkiye’nin birliğini ve toprak bütünlüğünü hiç dikkate almadan güneyimizdeki ayrılıkçı-bölücü terörist girişimlere alenen destek vermesi ile gelişen olaylar Türkiye’nin, kendini koruma reflekslerini harekete geçirdi. TSK’nin teröre karşı sınır ötesi harekat gibi tedbirler zorunlu hale geldi. ABD ve bazı Avrupa’lı müttefiklerin, ittifak hukukunu çiğneyen tavırlarına rağmen Türkiye, NATO ittifakından ve AB tam üyeliği hedefinden vazgeçmediğini ifade etmeye devam ediyor. Bu gelişmeler Türkiye ile batı dünyası arasındaki ilişkilerde soğukluğa sebep oldu.
İngiltere’nin AB den ayrılması (BREXİT), evrensel korona salgını, ve en sonunda Rusya-Ukrayna savaşı ile girilen dönem, ABD eksenli dünya düzeninin, devamının mümkün olamayacağını ortaya koydu. ABD’nin tek süper güç konumunun ciddi manada sarsıldığı bir süreci yaşıyoruz. Devasa nufusü, gittikçe gelişen teknolojisi ve rakipsiz üretim gücü ile Çin ve doğudaki diğer ülkelerin, sanayi üretimindeki üstünlüklerini, dünya siyasi arenasına yansıtmaları kaçınılmaz görünüyor. Eylül ortasında Özbekistan’da gerçekleşen Şanghay İşbirliği zirvesi, bunun en güncel örneğini oluşturuyor.
Global dünya siyasetindeki bu dönüşümün en çabuk yansıdığı yerlerden birisi de balkanlardır. 6-7-8 eylül tarihlerinde T.C. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın Saraybosna-Belgrad ve Zagreb’den oluşan balkan turu boyunca ortaya çıkan tepkiler, süper güçlerin bölgedeki rekabetinin ip uçlarını veriyor. Batı balkanlardaki siyasi durumu daha açık bir şekilde ortaya koyan başka bir argüman da, 2018 yılının ağustos ayında Chaillot Papers dergisinde yayınlanan BALKANLAR 2025 adını taşıyan bir makaledir.
AVRUPA’NIN GÜVENLİĞİ BALKANLARDAN GEÇER
Paris merkezli Avrupa Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü 2018 yılının ağustos ayında 147 sayılı CHAİLLOT PAPERS adlı dergide bir makale yayınladı. Batı Balkanların 2025 de nasıl bir siyasi yapı arz edeceğini konu alan makalede, iyi orta ve kötü olmak üzere, üç ihtimalden bahsediliyor. Batı balkanların NATO ve AB ile bütünleşme yolunda ilerlemesi iyi ihtimal olarak kabul edililirken, Rusya ve Çin hatta Türkiye’nin bölgede etkisinin artması kötü ihtimal olarak takdim ediliyor. Türkiye’yi Komünist Çin, ve Ukrayna’yı kana bulayan Rusya ile aynı seviyede tutan istikrar bozucu gören bir tezin, AB’ye ait bir yayın organında yazılıp savunulmasının mantığını anlamaya çalışıyorum. Osmanlı’nın miracıısı Türkiye; Çin gibi onbinlerce kilometre uzakta değil, balkanların ayrılmaz bir parçasıdır. Balkanlar, osmanlının büyüyüp olgunlaştığı, 4 asır boyunca süper güç olmasını sağlayan, Osmanlı’nın öz vatanıdır. Osmanlı; balkanlarda hukümran olan tüm devlet ve medeniyetlerden daha fazla bölgeye mührünü vurmuştur. Bu absürd görüşleri ortaya atarak savunanların Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakereleri yürüttüğünden haberleri var mı?…
Raporda Karadağ ve Sırbistan’ın müzakereleri tamamlayarak AB tam üyesi olmasının önemine ciddi vurgu yapılması dikkatimi çekti. 2. Dünya savaşından sonra soykırım suçu ile anılan bir ülkenin AB için neden bu kadar gözde olduğunu anlamakta zorlanıyorum.
Makalede tartışmalı devletler adıyla yeni bir kavram ortaya konurken Bosna-Hersek’in bağımsızlığı üzerine nedense hiç durulmamış. Ben bunun ciddi bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Çünkü Bosna-Hersek AB’nin kuruluş felsefesini oluşturan, insan hakları demokrasi ve çok kültürlülüğü balkanlarda en iyi temsil eden bir devlettir. Gerçek hayat dergisinin mart sayısında yayınlanan makalemde AB’nin geleceği ile Bağımsız Bosna-Hersek devletinin devamının birbiri ile yakın ilişkili olduğunu yazmıştım. Bağımsız Bosna-Hersek’i korumakta zaaf göstecek bir AB’nin, kendi geleceğini de tartışılır hale getireceğinin farkında mı?…
Bosna-Hersek Arnavutluk Kuzey Makedonya ve Kosova’nın aday yapılması ve müzakerelerin devam etmesi ise orta senaryo olarak öngörülüyor. Dikkat çeken diğer nokta, Bosna-Hersek’te Müslüman Boşnakların DAEŞ ile bağlantılı olarak yaftalanmasıdır. Bu iddia, batıdaki İSLAMOFOBİ propagandasının ne kadar etkili olduğuna işaret ediyor. Bosna-Hersek’in bağımsızlığını bir türlü hazmedemeyen komşu iki ülke Hırvatistan ve Sırbistan’ın, yıkıcı-bölücü çabalarına yer vermeyen rapor, Boşnakları şeytanlaştırma çabalarının neyi amaçladığı anlaşılamamakta, hatta endişe ile karşılanmaktadır.
BELGRAD REJİMİNİN YIKICI FAALİYETLERİ BOSNA İLE SINIRLI DEĞİL
Belgrad rejimi Sancakta yaşayan Boşnakları terörist göstermek için, hem içerde hem de dışarıda sistematik çalışmalar yapıyor. Aslında Sırbistan devleti Sancak’ta, Putin’in Çeçenistan’da baskı ile oluşturduğu R. Kadirov modelini aynen uyarlamak için yıllardır uğraşıyor. Hatta bu amaçla eski müftü Muammer Zukorliç’i, kadirov modelini incelemek için bölgeye gönderdiğini biliyoruz. Ancak geçen yıl kasım ayında eski müftü, yeni politikacı muamer zukorliç’in ani ölümü ile kadirov modelinin Sancakta uygulanabilırlği tartışılır hale geldi. Bu modelin uygulanması demek, Sancak’taki Boşnak kimliğinin silinmesi, Osmanlı mirasının yok olması manasına gelir.
Belgrad’ın Sancak’taki Boşnaklara yaptığı sistematik insan hakları ihlallerinin Brüksel tarafından dikkate alınmadığını üzüntü ile izliyoruz. Kosova’daki Sırpların Voyvodina’daki Macarların insan hakları için her türlü hassasiyeti gösteren AB insan hakları savunucuları, Sancaktaki Boşnaklar, Bosna-Hersek’in Sırp yönetimi altında hala mülteci gibi yaşamaya çalışan Boşnakların uğradığı hak ihlalleri gündeme bile gelmiyor.
Yazımızın başlığında yer alan konuya gelecek olursak, yani Batı Balkanlarda barış ve istikrarı kalıcı hale getirmek için Türkiye ile batı dünyasının birlikte neler yapılabilir ? Sorusunun cevabı tüm olumsuz örneklere rağmen elbette olumlu olmalıdır olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın batı balkan turu boyunca her üç ülkede Türkiye muhalifi olarak tanınan liderler tarafından bile, yakın ilgi ile karşılanmış olması Chaillot Papers raporunda öne sürülen olumsuz görüşlerin sahada karşılığının olmadığını göstermiştir. Balkanlarda kalıcı bir barış ve istikrarın sağlanması için AB’nin fabrika ayarlarına dönmesi gerekir. Yetmiş yıldır Avrupa’da hüküm süren barış ortamı demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve Alman-Fransız barışı üzerine inşa edilmiştir. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın birbirine düşman üç başşehri kapsayan balkan turu, batıya barış için birlikte çalışma için samimi bir davettir.
21 Eylül 2022 DAVUT NURİLER
Son Yorumlar