Davut Nuriler Web Sitesi

KOSOVA-SIRBİSTAN GERİLİMİ YENİ BİR SAVAŞA GİDER Mİ?

ABD‘nin yaktığı yeşil ışık sonrasında, uluslararası kurumların katılımı ve denetimi altındaki Kosova barış güçlerinin bir orduya dönüşmesi, Kosova Parlamentosunun kararı ile tamamlanmış bulunuyor. Yarım asırdan fazla süren mücadeleden sonra Bağımsızlığını ilan eden Kosova’nın kendi ordusunu kurma ile ilgili bu son çıkışı, Belgrad hükümetini öfkelendirmiş, hatta çileden çıkarmış görünüyor.  Bu makalenin yazıldığı saatlerde konu ile bağlantılı olarak Sırbistan’ın bastırması, Rusya’nın talebi ile, BM Güvenlik konseyinin toplanacağını öğrenmiş bulunuyorum.  Diğer komşu ülkeler Kosova’nın bu hamlesine karşı çıkmazken,  Sırbistan’ın, sadece 4600 askerden oluşacak ve bölgede kimseye tehdit olması söz konusu olmayan böyle bir yapıya,  bu kadar aşırı tepki göstermesi nasıl izah edilebilir? Bu tavır Sırbistan’ın,  Kosova’yı hala kendi toprağı hatta vilayeti olarak görmeye devam ettiğine işaret ediyor. Sırbistan, kendi Cumhurbaşkanı A. Vuçiç dâhil, hiçbir ferdinin adım atamadığı bir toprak parçası olan Kosova’yı, hala kendine ait bir toprak parçası olarak görmeye devam etmesini anlamak kolay değil.

Son birkaç yıldır her iki taraf, aldıkları kararlarla uluslararası diplomasi alanında amansız bir savaş sürdürüyor. Sırbistan Kosova’nın Bağımsızlığını hiçbir zaman tanımayacağını her fırsatta ilan etmeye devam ediyor. Hatta bununla yetinmeyerek, Kosova’nın UNESCO ve İNTERPOL üyeliğini engellemeyi kendi kamuoylarına diplomatik bir zafer gibi sundu. Belgrad elde ettiği bu zafer sarhoşluğunun keyfini yaşarken,  Kosova hükümeti, karşı hamle olarak, Sırbistan menşe’li mallara koyduğu % 100 gümrükle Belgrad’a, güçlü bir tokat ile cevap verdi. Yılda 500 milyon Euro’luk pazarın kaybı anlamına gelen bu karar sonrasında, Sırp iş dünyası şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Şok olmuş durumdalar.  Kosova pazarına mal satarak yaşayan işletmelerin kapanması demek olan bu uygulama ile on binlerce kişi daha işsizler ordusuna katılacak, yani Sırbistan, şimdiden ciddi bir ekonomik kayba uğramış görünüyor. Kosova’nın bu sürpriz kararı ile panikleyen Belgrad hariciyesi, Brüksel’den Washington’a söz konusu gümrük yükseltme kararını geri aldırmak için,  uluslararası kurumların kapısını aşındırmaya devam ediyor.

2013 yılının nisan ayında AB’nin bastırmasıyla Brüksel’de varılan anlaşma ile iki ülke, yani Kosova ve Sırbistan, AB tam üyeliğine karşılık, aralarındaki sorunları barışçı yollarla çözmeyi kabul etmişlerdi. Bu anlaşma, tarihe Brüksel anlaşması olarak kaydedilmiştir. Atılan bu imzalar karşılığında, yıllarca BM ambargosu altında sıkıntı çeken Sırbistan AB aday ülke statüsü kazanmış ve tam üyelik müzakerelerini başlatmıştı. 2008 yılının şubat ayında bağımsızlığını ilan eden Kosova ise, yeterli sayıda ülke tarafından tanınmadığı için başta Birleşmiş Milletlere üyelik olmak üzere,  uluslar arası platformlarda tanınma sürecini tamamlamaya çalışıyor.

AB’den, İspanya, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi, Romanya ve Slovakya’nın tanımadığı Kosova, Rusya ve Çin gibi iki büyük gücün de tanımaması sebebiyle BM’de ayağını hala sağlam bir şekilde basabilmiş değil.  Buna karşılık Sırbistan, Kosova’yı tanıyan ülke sayısının artmaması için, her platformda lobi faaliyetleri yoluyla engelleme yapıyor, hatta tanıyan ülkeleri vazgeçirmek için maddi bazı vaatler yapmaktan da çekinmiyor.

1991 yılında, Yugoslavya’nın 6 federal devleti, teker teker bağımsızlıklarını kazanırken, Kosova da Badinter komisyonuna bağımsızlık talebi ile müracaat etmiş, ancak gerekli şartları sağlamadığı gerekçesi ile kabul görmemiş, ancak Sırbistan çatısı altında geniş bir otonomi için destek verebiliriz cevabı ile reddedilmişti. Bilindiği üzere, Dayton anlaşması ile Bosna’da silahlar susmuş, yüz binlerin ölümüne, milyonların evlerinden sürülmesine sebep olan kanlı bir sürecin baş aktörü, Miloşeviç yönetimindeki Sırbistan-Karadağ, Bosna’da devlet içinde devlet sahibi yapılarak bir nevi ödüllendirilmiştir. Nitekim S. Miloşeviç Dayton anlaşmasından sonra, dünya kamuoyunun bir kesimi tarafından barış mimarı gibi muamele görmüştür. Bu destekten güç alan Miloşeviç, Bosna’daki taktikleri Kosova’da tekrar etmeye kalkınca, beklemediği oranda dünyanın tepkisi ile karşılaştı. Bosna’da olduğu gibi askeri müdahale olmayacağını hesaplamışken, 1999 yılında 78 gün müddetle NATO bombardımanı altında kaldı ve Kosova ile ilgili yaptığı bütün planlar alt üst oldu. Bu bombardıman, Miloşeviç rejiminin sonunu getirdi. Batının desteklediği ülkedeki muhalefet, aylar süren yoğun protestolar sonunda Eylül 2000 de yapılan seçimde ilk defa mağlup oldu ve iktidarı bırakmak zorunda kaldı,  Kısa bir zaman sonra da insanlığa karşı işlediği savaş suçları sebebiyle, yargılanmak üzere Lahey savaş suçları hapishanesine gönderildi.

1995 -1999 yılları arasında Kosova sorununun barışçı yollarla çözümü için yoğun temaslar yapıldı. Miloşeviç, Bosna konusunda olduğu gibi oyalama taktikleri ile niyetini gizleyerek barış güvercini rolü oynamak istedi, Kosova’yı kendi vilayeti olarak elde tutabilmek için, çeşit çeşit manevralara başvurdu,  ancak Bosna ve Srebrenica soykırımı deneyiminden ibret alan ABD ve AB bu sefer, Miloşeviç’in hazırladığı tuzağa düşmedi. Rusya ve Çin’in desteğini desteğine güvenen Miloşeviç, yapılan tüm ikazlara rağmen Kosova üzerine kapsamlı bir askeri harekât yapmak üzere iken,  NATO’nun bombardımanı ile yüzleşmek zorunda kaldı, geri adım attı. Rusya batının Sırbistan’a yaptığı harekâta BM güvenlik konseyinde destek vermedi ama NATO harekâtına da sessiz kalarak örtülü bir destek vermiş oldu. Miloşeviç, ordusu,  polisi ve sivil halkın bir kısmı ile Kosova’yı terk etmek zorunda kaldı. Eğer Miloşeviç’in böyle bir askeri harekât hazırlığı olmasaydı,  Kosova’la barışçı bir anlaşmaya razı olsaydı, bugün bağımsız bir Kosova devleti olur muydu olmaz mıydı?  Bu soruya kesin bir cevap vermek kolay olmasa da, 1991 de Kosova’nın bağımsızlığının,  AB’nin Badinter Komisyonu tarafından reddedildiğini hatırlatmak isterim.

Günümüze gelecek olursak, son iki yılda Priştina ile Belgrad arasında gittikçe artan gerilim Bölgeyi yeni bir savaşa götürür mü? Her şeyden önce AB’nin, burnunun dibinde böyle bir sıcak cephe savaşına göz yumması mümkün görülmese de, Sırp-Arnavut gerginliği bölgede barışı ciddi anlamda tehdit etmektedir. Kurulduğu, 1918 yılından beri Yugoslavya diplomasisi çok yönlü, bazen de çelişkili politikalar uygulaması ile tanınmaktadır. 1941 yılında Hitler ile Churchill’i aynı anda idare etmeye çalışan benzer hamleleri, Tito, 35 yıllık iktidarında batı dünyası ile Sovyetler birliği arasında aynen tekrar etmiştir. Bugün de AB ve Rusya’yı aynı anda idare etmeye çalışan Belgrad diplomasisi, geçmişte elde ettiği başarıyı tekrar edebilecek mi? Bu kolay görünmüyor? 2017 yılının ekim ayında ABD başkan yardımcısı Joseph BIDEN ‘ın Belgrad’a yaptığı ziyarette; Cumhurbaşkanı A. Vuçiç’e söylediği “ aynı anda iki sandalyede oturmanız mümkün değil” ikazı Sırbistan’ı, Rusya ile Batı arasında bir tercih yapmaya zorlayan bir ültimatom olarak anlaşılabilir.

2013 yılında her iki tarafın el sıkışarak imzaladığı Brüksel anlaşması, taraflar arasındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözerek AB tam üyeliği istikametinde yürümeyi öngörmekteydi. Geçen 5 sene zarfında, tabir caizse sorunların çözümü konusunda bir arpa boyu yol alınmamıştır. Belgrad her fırsatta bağımsız Kosova devletine düşmanca tavırlarda hiçbir yumuşama göstermezken, Kosova Brüksel anlaşmasında öngörülen, Kosova’da Sırp nüfusun yaşadığı 4 belediyeden oluşacak SIRP BELEDİYELER BİRLİĞİ isimli bir kurumsal yapıyı,  parlamentodan geçirmeye ve muhatap almaya yanaşmamaktadır. İki ülke arasındaki barışçı müzakere süreci bu noktada kilitlenmiş durmuştur. Kosova hükümeti; Sırp Belediyeler Birliğini, Bosna’daki Sırp entitesi gibi, devleti işlemez hale getirmek için bir tuzak olarak görmekte ve Brüksel anlaşmasında altına imza attığı halde,  uygulamaya koymayacağını açıkça ifade etmektedir. Belgrad, buna karşılık olarak, Kosova’nın, BM ve bağlı kurumlarına üyeliğini engelleme çalışmalarına tüm hızıyla devam ediyor. Karşılıklı bu hamleler büyük ümitlerle sağlanan Brüksel anlaşmasını geçersiz bir kâğıt parçasına dönüştürmekte ve neticede gerginlik gittikçe tırmanmaktadır.

Sırbistan menşeli mallara uygulanan  % 100 gümrük ve Kosova ordusunun kurulma kararı, Belgrad’ı köşeye sıkıştırmış bulunuyor. Bir küçük parti (Liberal Demokrat Parti) ve bazı insan hakları kuruluşları dışında, Sırbistan’daki siyasi partilerin tamamı ve merkez medya Kosova’nın bağımsızlığı aleyhine manşetler atmakta ve savaş kışkırtıcısı söylemler kullanmaktadır. Sırp Radikal Parti Bosna’da yapılan soykırımları vatan savunması sayan tezleri ile parlamentonun en güçlü üçüncü partisi konumundadır. Kosova’ya silahlı bir harekâtı teşvik eden ve meşru gören ciddi bir taraftar kitlesi bulabilmektedir. Soykırım mahkûmu Ratko Mladiç ve Radovan Karadziç’i kahraman gören pankart ve dövizler ana caddelerde stadyumlarda boy göstermeye devam ediyor. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksander Vuçiç’in gözde politikacısı bayan başbakan Ana BRNABİÇ DEUTCHE WELLE’ye 15 Kasım günü verdiği röportajda Srebrenica soykırımını bir kere daha inkar etmiş olması, Belgrad’da hatta Sırbistan devletine hâkim olan anlayışı bir kere daha gözler önüne sermiştir. Bu anlayışın en fazla mağdur ettiği kitleler Boşnaklardır. Sancak’ta böl parçala politikaları uygulayan Belgrad rejimi Bosna’yı da Sırp yönetimi üzerinden her alanda engellemeye devam ediyor. Son olarak Bosna-Hersek’in NATO üyeliğini türlü engeller çıkaran Bosna Sırp yönetimi AB entegrasyon süreçlerinin de en büyük engeli durumdadır. Belgrad rejimi bölgedeki tüm sıkıntıların baş sebebidir. Onların hegemonya politikaları etkisiz hale getirilmediği sürece balkanlarda barış ve istikrar sağlamak mümkün değildir.

Sırbistan’la AB arasında devam üyelik müzakereleri süreciyle ilgili bir rapor hazırlamakta olan AVRUPA PARLAMENTOSU, Başbakan A. Brnabiç’in Srebrenica soykırımını inkar eden bu röportajına da yer vermiştir.  TİTO Yugoslavya’sının ikinci adamı Edward Kardelj’in de torunu olan Slovenya milletvekili İGOR ŞOLTES, Sırbistan başbakanının Srebrenica soykırımını inkarı konusunu söz konusu rapora eklemiş ve Avrupa Parlamentosunun görüşüne sunmuştur. Yapılan oylama sonucunda Sırbistan’ın AB üyesi olabilmesi için Savaş suçları mahkemesinin ve Adalet Divanının kararlarını kabul etmesinin şart olduğu ifade edilmiştir. Raporun her ne kadar bağlayıcı olmadığı söylense de demokrasi ve insan hakları savunucusu büyük kitleleri temsil ettiğini unutmayalım.

Şu anda tarafların durduğu konum, 1999 yılındaki NATO bombardımanı öncesinden farklı bir yer değildir. NATO bombardımanı, Miloşeviç’i iktidardan düşürerek fiili bir durum ortaya çıkardı. Askeri yaptırım gücü olmayan AB, NATO bombardımanı etkisi yapacak bir çözüm üretemeyeceğine göre, Sırbistan’la Kosova arasındaki bu gerilim nasıl düşürülecek? Görüşmeleri durduran kilit nasıl açılacak? Balkanların küçük ve en yeni devleti Kosova’nın, Avrupa’nın en büyük ABD üssünü içinde barındırması, onlara Sırbistan’a karşı önemli bir üstünlük sağlıyor. Gerçekte ABD desteği olmasaydı, Kosova’nın bağımsızlığını kazanması mümkün değildi.

Bir taraftan AB üyeliği için çırpınırken, aynı anda Rusya ile flört ederek NATO karşıtı bir dış politikada ısrarın Sırbistan’a ne kazandıracağını göreceğiz? Bu sorunun cevabını Washington, Brüksel ve Moskova’nın tavrı belirleyecek. Orta Doğu’da, Suriye’den sonra Yemen’i de kan gölüne çeviren global irade, Balkanlarda da bir cephe açmaya karar verdi ise, Kosova ve Sırbistan arasında artan gerilim barut fıçısı Balkanlarda, savaş için en ideal bir ortamdır. Savaş tehlikesi yeniden Balkanları tehdit ederken doksanlı yıllarda sesi çıkmayan Türkiye’nin artan gücü Balkanlarda gerilimi düşürmek için başvurulacak en son kapıdır. Her iki ülke ile iyi ilişkiler kurmayı beceren Türkiye AB ile el ele verirse barışı kurtarabilecek en güçlü ve son alternatiftir.