Miladi takvime göre 479 yıldan beri bölgedeki Müslümanlara eğitim hizmeti veren GAZİ HÜSREV BEY MEDRESESİ 08 ocak 1537 tarihinde kuruldu. (Hicri 26 recep 943. ) Müessesenin kurucusu Gazi Hüsrev Bey, dönemin Osmanlı Sultanı, Muhteşem Süleyman’la, kardeş çocukları olması dolayısıyla, katıldığı bir çok meydan savaşında elde ettiği yüklü ganimetleri, adına kurdurduğu vakfa bağışlayarak zamanımıza kadar sürecek güzel bir gelenek başlattı. Bugünlere kadar varlığını sürdürme başarısı gösteren bu vakfın yaşattığı bir çok kurumun yanında, bu medresenin ve onun kütüphanesinin, ayrı bir önemi olduğunu söylemek gerekir.
Tüm tarihçilerin üzerinde ittifak ettiği hususlardan birisi, Osmanlı devletinin, balkanlarda gelişip büyüdüğü yani bir balkan devleti olduğu hususudur. Bu sebepten uzun süre hükümran olduğu bölge olan balkanlarda, Osmanlılar, arkalarından, farklı alanlarda çok zengin bir miras bırakmıştır. Fetihlerle genişleyen Osmanlı, ihdas ettiği vakıflar eliyle, yeni şehirler ( Selanik ,Üsküp, Manastır, Saraybosna, Yanya, Mostar..v.d.) kurmuş ve bu şehirleri, çok sayıda mimari eserler; ibadethaneler, hanlar, yollar ile donatmıştır. Bu mirasın en fazla korunduğu yerlerden birisi, nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu, Saraybosna şehridir. Bu sebeple Osmanlı’yı sadece bir devlet olarak değil ,bel ki de bir medeniyet olarak mütalaa etmek yanlış olmaz.
1878 yılında imzalanan Berlin Kongresi ile başlayan toprak kayıpları, balkan harpleri ile zirveye çıkmış, en sonunda da birinci dünya savaşının bitimi ile, Osmanlı yönetimi sona ermiştir. Berlin kongresinden sonra Sultan II. Abdülhamit, Osmanlı coğrafyasının her vilayetinde, eğitim alanında rüştiye ve idadilerle, ciddi modernleşme hamleleri yapmışsa da, devlet yıkılınca bu okullar da, varlıklarını sürdürememişlerdir. Birinci dünya savaşı sonunda kurulan SIRP-HIRVAT-SLOVEN Krallığı (daha sonra YUGOSLAVYA adını almıştır.) döneminde çoğunluk nüfusunu Müslümanların oluşturduğu şehirlerde (Saraybosna,Tuzla ,Mostar, Üsküp, Şumnu..v.d.) Osmanlı geleneğinden gelen modern derslerle birlikte, İslami ilimlerin okutulduğu ve adına medrese denilen, ilkokul mezunlarını kabul eden eğitim müesseselerinin varlığı ikinci dünya savaşına rağmen, 1950 li yıllara kadar devam etmiştir. Ancak Komünizmin acımasız, din düşmanı, ateist demir pençesi, bu kurumların tamamını kapatmıştır ve mallarına el koymuştur. I. Dünya savaşı sonrası Osmanlı’nın yıkılması ile, ona ait addedilen muhtelif kurumların da, materyalist-pozitivist anlayışın baskısı ile silindiğine, şahit olduk. Eğitim, bu etkinin en çok hissedildiği alan olmuştur. Bu sebeple olsa gerek, yeni Türkiye Cumhuriyetinde Osmanlı’dan kalma eğitim kurumlarının tamamının kapatılarak çok farklı müfredatlarla yeni okulların açıldığı tarihi bir vak’adır. Osmanlı coğrafyasının tamamında bunun tek istisnası Gazi Hüsrev Bey Medresesidir. Komünizm, bu kurumu da kapatmak için çok uğraşmış, fakat çok şükür ki, muvaffak olamamıştır. Boşnak milleti ve Saraybosna şehri, bu direnişi sebebiyle her çeşit övgüyü haketmektedir. Hatta Komünist rejimin sona ermesi ile; 1947 yılında Mostar’da kapatılan KARAGÖZ BEY medresesi, ile, Tuzla’da aynı yıl kapatılan BEHRAM BEY medreseleri, 1990 lı yıllarda, orijinal Osmanlı dönemindeki isimleri ile, yeniden faaliyete başlamışlardır.
Yazımızın esas konusunu oluşturan Gazi Hüsrev Bey medresesinin bu kadar uzun yıl devam edebilmesinin sebepleri üzerine, bazı düşüncelerimi dikkatlerinize arz etmek isterim. 1878 yılında yapılan Berlin Anlaşması ile, Osmanlı, hiç istememesine rağmen, Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan yönetimine bırakmak zorunda kalmıştı. Bu durum, Bosna-Hersek’te yaşayan Müslüman Boşnaklar için kabul edilebilir bir şey değildi. Nitekim Bosna’nın yeni hakimi Avusturya-Macaristan,Bosna’da, şiddetli silahlı bir direnişle karşılaşmıştır. Uzun yıllar Osmanlı’nın geri döneceğine inanan Boşnakların umudu, 1908 yılında Avusturya-Macaristan’ın Bosna’yı tek taraflı ilhakı ile iyice zayıflarken, birinci dünya savaşı ile tamamen sona ermiş ve Boşnak milleti yalnız başına kalmıştır. Asırlar boyu Osmanlı İslam dünyasının bir parçası olarak yaşamaya alışmış olan Boşnaklar, artık dört tarafı dost olmayan unsurlarla çevrili bir bölgede, arkası kesilmeyecek saldırılara ve soykırımlara karşı, tek başına mücadele etmek zorundadır. 20 .nci asır sadece Boşnaklar için değil Balkanlarda Osmanlı bakıyesi tüm Müslüman milletler için, çok karanlık bir dönemdir, hala da bittiği söylenemez.
Gazi Hüsrev Bey Medresesinin bu kadar uzun süre varlığını sürdürebilmesini üç sebebe bağlayabiliriz.
I- Kurucusu Gazi Hüsrev Beyin Vakfiyesi, tüm maddeleri ile kurumsal olarak benimsenmiş ve bu maddelere titizlikle sadık kalınmıştır.
2- Vakıf, geçen asırlara rağmen, sahip olduğu güçlü Maddi varlıkları koruyabilmesi sebebiyle, medrese, iktidarlara ve kişilere hiç bir zaman muhtaç kalmamıştır.
3-Müfredatını; zamanla oluşan geleneklere esir olmadan, yenileyebilme iradesini göstermiş ve günün ihtiyaçlarına cevap verecek kadrolar yetiştirebilmiştir.
Gazi Hüsrev Bey, medrese ile ilgili hazırladığı teferruatlı vakıfnamesinde, bir çok detayları zikrederken, İslami bilgilerin öğretilmesi yanında, günün şartlarına göre ihtiyaç duyulan, yeni ve farklı ilimlerin müfredata dahil olması gerektiğini yazarak kurumun geleceğine damga vurmuş ve devamlılığını sağlamıştır.
Özellikle Avusturya-Macaristan yönetimine karşı, İslami kimlikleri içinde, varlıklarını sürdürmek için Boşnaklar, sürekli ve çok yönlü bir mücadele vermek zorunda kalmışlardır. Batının ilmi gelişmelerini kısa zamanda öğrenmiş olan Boşnaklar, Batıya karşı batının diplomasi silahları ile karşılık vermişlerdir. Bu anlamda diğer Müslüman toplumlara göre, batı ile etkileşime ve entegre olma yoluna giren ilk Müslüman toplumun, Boşnaklar olduğunu söyleyebiliriz. Bunun tipik bir örneği Gazi Hüsrev Bey Camisinin İslam coğrafyasında elektrikle aydınlatılan ilk mabet olmasıdır. Ancak Boşnaklar, Hırıstiyan toplumla birlikte, iç içe yaşarken, kendi İslami kimliklerini, hem de Osmanlı’dan kalan şekline da sahip çıkarak, ısrarla korumayı başarmışlardır.
Tarih boyunca bu medreseden mezun olanlar sadece din görevlisi imam müezzin değil, farklı alanlarda toplumu derinden etkilemiş fikir , ilim ve devlet adamları olarak öne çıkmışlardır. Bu sebeple medrese, gençlerin okumak için tercih ettiği bir okul olma özelliğini hep muhafaza edegelmiştir. Özellikle 70 li ve 80 li yıllarda medreseden yetişen kadroların, son bağımsızlık mücadelesinde en önde yer aldıklarını görüyoruz. Bu durum da, medresenin toplumu derinden etkileme gücüne sahip ne kadar önemli bir kurum olduğunu gözler önüne sermektedir. Son on yıl içinde Türkiye’den Bosna’da eğitim alanında ciddi yatırımların yapıldığını görüyoruz. Bu iyi niyetli müteşebbis-yatırımcıların, Gazi Hüsrev Beyin bu mirasından ne kadar haberdar olduklarını bilmiyoruz. Osmanlının bu değerli mirasını incelemedilerse, en kısa zamanda, Gazi Hüsrev Bey ve onun asırlara meydan okuyan bu nadide eğitim kurumunu incelemelidirler.
Son Yorumlar