Davut Nuriler Web Sitesi

SIRBİSTAN 90’LI YILLARA GERİ Mİ DÖNÜYOR ?

Ekim ayında T.C. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın Belgrad ve Yeni Pazar ziyaretiyle dünya medyasında kendinden bahsettiren Sırbistan, gündemde kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Lahey merkezli  Yugoslavya savaş suçları Mahkemesinin, Bosnalı  eski Sırp general  Ratko  Mladiç’i soykırım ve insanlığa karşı  işlenen suçlardan müebbet hapse mahküm etmesi, bu ayın en çok konuşulan olayı oldu.  Karar, dünyada genellikle memnuniyetle karşılanırken Belgrad ve Bosna’daki Sırp yönetimleri tarafından sert bir şekilde eleştirildi. Kuruluşundan beri mahkemeyi tanımadığını tekrarlayan   Belgrad merkezli Sırp medyası, açıklanan bu kararı Sırp düşmanlığının yeni bir örneği ilan  etti.  29 kasımda benzer kararları Hersekli Hırvat ırkçılar için de veren savaş suçları mahkemesi,  faaliyetine nokta koydu. Asırlık balkan tarihinde ilk defa soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar BM’nin kurduğu bu uluslararası mahkemede  mahküm edilmiş oldu. İlan edilen bu  kararlara en fazla sevinmesi ve sahip çıkması gereken milletin Boşnaklar olduğu açıktır. Ancak şu ana kadar özellikle Türkiye’de  konunun gündeme bile çok az geldiğini gördük.  Türkiye’de yaşayan Boşnak kökenlilerin bu konuya neden ilgi göstermediklerini anlamaya çalışıyorum.

Sırbistan Cumhurbaşkanı A. Vuçiç 22 kasımda açıklanan kararın adil olmadığını, ancak “Sırbistan geçmişe takılmadan geleceğe bakıyor”  gibi kendi seçmen kitlesine ters düşmeyecek  yumuşak bir uslup kullanmaya çalıştı. Ancak kararın açıklanmasından sonra  geçen birkaç gün içinde Ratko Mladiç’e verilen müebbet hapis cezasına tepkiler, Sırbistan toplumun her kesiminden büyümeye devam ediyor. Şehirlerin meydanlarına asılan pankartlar ve stadyumlardan Ratko  Mladiç’in kahramanlığını çılgınca  haykıran kitlesel tezahüratlar,  gündelik olaylara dönüşmüş durumda.

Geçen ay Sırbistan harp akademisinde yapılan bir seminer Belgrad’a nasıl bir  ırkçı anlayışın hakim olduğunu gözler önüne seriyor. Savunma bakanı ve üst düzey protokolun katıldığı bu seminerde  sunum yapan kişi: emekli general  Vladimir Lazareviçti. Kosova’da savaş suçu işlemekten 20 yıl hapse mahküm olan Lazareviç,  14 yıl cezaevinde yattıktan sonra 2015 yılında tahliye olmuştu. “ SIRP ORDUSUNUN NATO SALDIRISI KARŞISINDA GÖSTERDİĞİ KAHRAMANLIK” başlığı  taşıyan ve genç Sırp kurmay subaylarına verilen bu konferans, AB ve ABD ‘de çileden çıkarmış, hem Washington’dan hem de Brüksel’den ciddi tepkilere sebep olmuştu. Ancak savunma bakanı A. Vulin bu tepkilere aldırmamış, Sırbistan’ın bağımsız bir ülke olduğunu söyleyerek,  hukümetinin bu konuya bakış açısına netlik getirmişti. Sırp harp akademisinde gerçekleşen bu toplantı hem hukümete hem de Belgrad’a hakim olan siyasi  anlayış hakkında çok net bir resim vermiştir. Bu resim, Balkanlarda   barışı kimin tehdit ettiğini çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.  Aşağıdaki paragrafta yaptığımız siyasi analizde  bu tezimizin ne kadar gerçekçi olduğunu  arz etmeye çalıştık.

Sırbistan devletine hakim olan siyasi partilere bir göz attığımızda, şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalırız. En çok oy alan ilk üç parti ülkeyi refaha götürecek programlar üzerine rekabet edeceğine,  ırkçılıkta bir biriyle kıyasıya yarışmaktadır. En çok oy alan birinci parti SNS, Sırbistan Radikal Partisinin içinden çıkmış,  şu anda Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan A. Vuçiç’in başkan olduğu partidir. İkinci parti  SPS (Sırbistan Sosyalist Partisi ) ise,  Slobodan Miloşeviç’in sabıkalı  mirasıdır. Şimdiki başkanı da uzun yıllar  sağlığında S. Miloşeviç’in sözcülüğünü yapmış olan ve halen Dışişleri koltuğunda oturan İvica Daçiç’dir. Birkaç gün önce savaş suçundan 20 yıla mahküm olan Miloşeviç rejiminin genel kurmay başkanı Nikola Şainoviç törenle partiye geri getirildi. Nikola Şainoviç Mahkum olduğu 20 yıllık cezanın 2/3 nü çektikten sonra tahilye olmuştu. Üçüncü parti ise ırkçılığın beşiği,  Büyük Sırbistan idealini açıktan savunurken komşu ülkelerin topraklarını işgalden bahsetmekten çekinmeyen,  Sırp Radikal Partisidir. Başkanı ise 10 yıldan fazla Lahey’de tutuklu yargılanmış, olan  Vojislav ŞEŞELJ’dir. Avrupa siyasetinde Hırıstiyan demokratların karşısında yer alan sosyal demokrasiyi temsil eden siyasi   partiler ise, ancak % 3-4 oy alabilen marjinal bir seviyeye düşmüşlerdir. Sırbistan’ın medeni, evrensel insan haklarına saygılı, demokrat yüzünü temsil etmek amacıyla, kamuoyonun önüne çıkarak yakın geçmişle yüzleşme  cesareti gösterebilen yegane siyasetçi Liberal Demokrat Parti Başkanı Çedomir Yovanoviç’tir. Arzetmeye çalıştığım siyasi tablo,  Sırp toplumundaki ırkçılık eğilimlerinin gücünü ve derinliğini ortaya koymaktadır. Aslında bu tablonun aşağı yukarı benzerleri diğer komşu balkan ülkelerinde de mevcuttur. Balkanlardaki çatışma ve istikrarsızlıkların, gerçek sebebi bu sakat ideolojilerle beslenen siyasi  anlayışlardır.

İkinci dünya savaşı felaketinin  Avrupa’yı hatta dünyayı yeni bir dünya savaşı çıkmaması konusunda  kısmen akıllandırdığını söyleyebiliriz. İnsan hakları evrensel beyannamesi ile demokrasiye verilen önem, soykırım ve ırkçılığa karşı yaptırımların hayata geçirilmesi ile  olumlu gelişmeler sağlandığı söylenebilir. Almanya’nın yakın geçmişi ile yüzleşmesi bu olumlu gelişmelere ciddi katkılar sağlamıştı. Willy Brandt’ın  özür dileme görüntüleri  hafızlardaki yerini hala koruyor. 90 lı yıllarda Yugoslavya’nın kanlı dağılması sonucu sağlanan barış sonrası, Sırbistan’ın Almanya gibi yakın tarihi ile yüzleşmesi beklenirken yaşananlar, Sırbstan’daki gidişin, tam aksi istikamette olduğunu gösteriyor. Hem Lahey Adalet divanının hem de Lahey Savaş suçları Mahkemesinin verdiği sayıları 50 ye yaklaşan soykırım kararlarının Belgrad’da iktidarı elinde tutanların gözünde hiçbir şey ifade etmiyor. AB ‘nin Brexit’le girdiği zayıflama dönemi, ABD’nin uğraşmak zorunda olduğu devasa başka problemler, Balkanları süper güçlerin ilgi alanları dışına atıyor. Yazımızın başından beri dikkatlerinize sunmaya çalıştığım fikrin özü : bu ırkçı gelişmelerin en önemli hedefi Bosna-Hersek ve Boşnaklardır. Son bir asırda yaşananlar bu tezimizin endişelerimizin en canlı şahididir.

Eski Yugoslavya’da yaşayan Müslüman azınlıklar Osmanlı’nın dağılması ile tamamen  korumasız kaldılar ve sapık ırkçı ideolojilerden beslenen devletlerin kurbanları olarak  yaşamaktan bir türlü kurtulamadılar. Aslında yaşanan tüm bu acıları iki kelime ile anlatma gerekirse DEVLET TERRÖRÜ demek en doğrusudur. Son bir asırda yaşanan kayıpları ele aldığımızda  Bosna-Hersek ve  Boşnaklar ilk sırada yer aldığı görülür. Ateşli savaşlar bitti ama Boşnakların çilesi hala bitmiş değil. Hele Bosna’nın yarısına hakim olan Sırp Cumhuriyeti adı ile anılan entite’de yaşayan Boşnaklar, kelimenin tam anlamı ile perişan bir hayata mahkümdürler. Söz konusu yönetimin okullarında  Boşnak çocuklar Kiril alfabesi eğitimi görmek zorundadır. Devlet kurumlarında  işe kabul edilme konusunda ise Boşnakların hakları gündeme dahi gelememektedir. Şikayetlere kulak verecek bir makam mevcut değildir. Dayton anlaşması ile sağlanan hakların nerede ise tamamı  kağıt üzerinde kalmıştır.

Sırbistan’daki tabloya baktığımızda ırkçı ideoloji ile beslenen devlet anlayışının  kurbanı sadece azınlıklar değil işsizlik ve fakirlik içinde kıvranan geniş Sırp halk kitleleridir. Nufus azalması ülkenin geleceğini tehdit eden önemli bir problemdir. Kırsal alanda iş bulamayan genç nufus, başta Belgrad olmak üzere büyük şehirlere kaçmaktadır.  AB tam üyeliği görüşmelerine 2013 yılında başlanması ile AB içinde serbest dolaşım hakkı kazanıldı. Ancak bu serbestlik, yetişmiş kaliteli elemanları,  daha  iyi çalışma şartları olan Avrupa ülkelerine yönlendirmektedir. Yukarıda sayılan bu gelişmelerin neticesi ülkenin uluslararası ratinginin düşük olması sebebiyle, global sermeye piyasasından yatırımcı gelmemektedir. Sosyalist Yugoslavya zamanında kurulan büyük tesislerin az bir kısmı hariç çoğu çalışmamaktadır.

Sırbistandaki bu ağır şartların en kötü etkilediği bir kesim ise ülkenin ikinci büyük azınlığı olan Boşnaklardır. Yugoslavya’da çok partili hayatın başladığı 1990 yılından beri SDA çatısı altında organize olan Sancak Boşnak milleti OTONOMİ talebi ile insan hakları mücadelesi vermektedir. Miloşeviç rejimi  Bosna-Hersek’e yaptığı silahlı müdahele gözümüzün önünde,  90 lı yıllarda Sancak’taki Boşnaklara karşı devlet terörü uygulamıştır. Sırp ordusu, özellikle Bosna ile sınır olan PRİBOY şehrinin köylerini yakmış, sakinlerinin bir kısmını öldürmüş,  geri kalanlarını da evlerinden sürmüştür.

Miloşeviç’in devrilmesinden sonra (2000 yılı ekim )Belgrad’ın Sancak’ta Boşnaklara uyguladığı politikalar yeni bir döneme girmiştir. Daha önce Boşnak kimliğini inkar eden anlayışın yerine, rejimin her dediğine evet diyecek milli kimlik, eğitim gibi  konularda hiçbir talebi olmayan   bir Boşnak azınlık istenmektedir.  Rejimin bu isteklerini Boşnaklara kabul ettirecek bazı isimler ısrarla hükümette tutulmaktadır.  Sinsice Boşnakları   bölüp parçalanma hamlelerin amacı, haklarından vazgeçmiş bir Boşnak azınlık yaratma olduğunda şüphe yoktur. Boşnak milleti bunun farkındadır ve bu oyunu   bozmaya kararlıdır.  2012 yılından bu tarafa AB tam üyelik görüşmelerinden alınan güç ve destekle eğitim alanında yüzlerce okulda Boşnak milli kimliğini öne çıkaran kitaplarla eğitim yapılmaya başlandı.  Eğitimde kazanılan bu hakka ne pahasına olursa olsun sahip olunacaktır. Bu kazanım Boşnak milletinin 100 yıl sonra  kazandığı en büyük zaferdir.